“Yasak Elma” dizisinde “Caner” karakteriyle adından söz ettiren başarılı oyuncu Barış Aytaç ile çok keyifli bir çekim gerçekleştirdik.
Röportaj: Ayşe Çağla Küçük / Seray Yazıcıoğlu Ezmiş
Fotoğraf: Baran Altındağ
Styling: Merve Özmen
Saç: Batuhan Sancar
Makyaj: Banu Aksungur
Nasıl bir ailede, nerede büyüdün?
Çocukluk sanki dün gibi; ama bir an düşününce üzerinden çok zaman geçtiğini fark etmek burnumu sızlattı biraz. Çok sevgi gösterilen bir ailede büyüdüm. Annem, anneannem, büyük annem, dedem, dayım beni ve kız kardeşimi de çok severek büyüttüler. Karşılık beklemeksizin kocaman bir kucaklamayla büyüttüler. Ankara’ da doğdum büyüdüm.
Karakterinin şekillenmesinde sence annen mi yoksa baban mı daha etkili oldu?
Tabii ki ikisi de etkiliydi. Ben tam gelişme çağındayken boşandılar, ister istemez aralarındaki durumu anlamlandırmaya çalışmak beni olgunlaştırdı. Ama annemin yeri ayrıdır, hala varlığı en büyük destek.
“Ben oyuncu olacağım” dediğin ilk ana dair hatırladıkların neler?
Mimar Sinan Üniversitesi Konservatuar Tiyatro Bölümü sınavlarını kazandığım zaman bir dönüm noktasında olduğumu hissettim. Bir devir kapanıyor ve yeni bir yolculuk başlıyordu. En basitinden başka bir şehirde üstelik İstanbul gibi; birçok kişiyi ürküten bir şehirde oyunculuk için şansımı deneyecektim. O noktada yüksek heyecanla karışık derin bir endişe de hissettim okyanusa bakmak gibiydi.
Oyunculuğa adım attığın ilk deneme çekiminde ve ilk set gününde neler hissettin bize anlatır mısın?
Deneme çekimlerinde genellikle rahattım hep tanışmaya gider gibi gittim. Ancak ilk set günümde çok heyecanlandım. Bir reklam setiydi. Daha çok fotoğraf çekimi gibiydi, bir giyim markasıydı. Büyükada’da çekildi. Bir kelime repliğim olmadığı halde kendim de inanamadığım kadar heyecanlandım, sabah uyuyakalmaktan korkup set saatine kadar uyuyamadım. Sadece yürüyecektim ama kamera ilk karşılaşmamızda beni biraz ürkütmüştü.
Yasak Elma dizisi 3.sezonunda ve hala çok seviliyor. Sence bunun sebebi ne?
Bu öncelikle senaristlerimizin ve yapımcımız Fatih Aksoy’un başarısıdır. Ki kendisi televizyonculuk konusunda sadece yurt içinde değil uluslararası alanda da nice başarılara imza atmıştır. Ama işin sırrı iyi bir ekip olmakta sanırım, herkes tepeden tırnağa işini en iyi şekilde profesyonelce yapmaya çalışıyor. İşte herkesin el birliğiyle kurduğu bu büyülü dünya, dışarıdan baktığınızda gerçek olamayacak kadar şatafatlı gündelik olandan uzak ancak izlerken o gerçekliğe kendinizi kaptırıp “oh iyi oldu ya da püh sana, bu da yapılır mı?” dediğiniz bir dünya.
Canlandırdığın karakterden bahsedecek olursan “Caner Çelebi” ile en benzeyen ve hiç benzemeyen yönlerin neler? Senaryoyu ilk okuduğunda neler hissetin?
Caner; kurnaz, hazırcı, yiyici, gündelik yaşayan bir karakter temeline kurulmuş, ablasına karşı sonsuz ve gerçek bir sevgiyle bağlı; O’nu yani Caner’i bu dünyaya bağlayan tek şey ablası. Fakat artık dizinin 5. sezonuna giderken muhakkak ki karakterlerin başlarından geçenler; onlarda canlı birer organizma gibi evriliyor, gelişiyor, değişiyor. Caner de yeni dostluklarıyla daha naif bir yapıya büründü zamanla ama kurnazlık baki. Benzer yönümüzü düşündüğümde ise sanırım kendimi en çok sızlandığı, dert yandığı, iç çektiği anlarda Caner’e yakın hissediyorum. İçimde tuttuğum fark etmediğim bütün hayıflanmalarımı onun sayesinde atıyorum sanırım çünkü ben de ister istemez kendi hayatımdan Caner’e bazı şeyler yansıtıyorum.
Role girmeden önce, zihinsel olarak nasıl bir hazırlık içine giriyorsun?
Kalabalıktan uzak mümkün olduğunca evde dinlenerek vakit geçirmeye çalışıyorum. Set koşturmacası yoğun olan, programı her an değişebilen bir ortam bu sebeple mümkün olduğunca dinlenmeye çalışıyorum.
Bir karaktere hayat vermenin en heyecan verici yanı ne senin için?
Sahneye ilk çıktığımda kendimi başka bir karakterin dertleriyle ilgilenirken bulduğumda, kendi sıkıntılarımı da o karakterle birlikte bir sivilce gibi patlatıp rahatladığımı hissettim. 12 yaşımdaydım. Her şey böyle başladı.
Yeni nesilden bir oyuncu olduğun için soruyoruz, şu an sana hangi platform daha yakın ve efektif geliyor? Dijital platformlar mı, televizyon mu, sinema mı?
Nerde yer almak isterim diye düşününce benim için önemli olan oynamak, oyuncuyum ben. Bu bugün ana akım bir tv dizisi olabilir, eş zamanlı bir tiyatro oyunu olabilir, digital bir proje olabilir ya da bir sinema filminin içinde yer almak olabilir. Ben duruma sadece sansür açısından bakıyorum. Dijital platformların yani cebimizden para vererek ne izleyeceğimize tv’nin tam tersi olarak kendimiz karar verdiğimiz ve eserin sansürlenmediği, akla gelen fikirlerin bu sebeple otosansüre uğramadığı bir alan tanıyacağını düşünüyordum ancak oralara da ciddi engel uygulanmaya çalışılıyor. Çağ çok hızlı değişiyor, bu konuda bir şeyi önceden kestirmek çok zor, akışta ve farkında olmaya çalışmaktan bir çıkar yol yok gibi.
Dünya sinemasında en beğendiğin ya da idol kabul ettiğin oyuncular kimler?
90’lar çocukluğu sayesinde kariyerimin şekillenmesine filmleriyle şahit olduğum Jim Carrey sanırım beni en çok etkileyen oyuncu. O’nun komedisi gerçekten tarifsiz, çok kuvvetli ve katmanlı hissettiriyor.
Oyunculuğa dair gerçekleştirmek istediğin hayaller neler?
İşimi severek ve çok ciddeye alarak yapıyorum. Kariyerime dair en büyük hedefim bunu sürdürmek. Bir de yeni bir yabancı dil öğrenmek istiyorum; düşününce yabancı dilde bir oyun oynamak ya sinema filminde yer almak çok keyifli geliyor ve bu da oyunculuğa dair deneyimlemek istediğim bir şey.
Bir günün nasıl geçiyor? Set olduğunda ya da olmadığında nasıl bir rutinin var?
Set dışında mümkün olduğunca evde dinlenirim, dışarıda fazla vakit geçirmeyi seven biri değilim. Bu pandemi dönemi derken daha da derin bir evcimenlik hakim.
Seni en çok neler heyecanlandırır, mutlu eder ve üzer?
Yaşım ilerledikçe heyecanlandığıma şaşırıp, şaşırdığım için de heyecanlandığımı fark ettim. Günün doğması yeterli bir mutluluk kaynağı, neye üzüleceğimi şaşırdığım bir dönem içinde olduğumu düşünüyorum. Çünkü şu içinde yaşadığımız dönemde saniye geçmiyor ki bir yas bitmeden daha vahim bir şey olmasın.
Seni hiç tanımayan birine kendini anlatmak için hangi kelimeleri tercih edersin?
Neşeli, esprili, samimi, duygusal olarak inişli çıkışlı, tez canlı.
Hayatının dönüm noktası ne?
Konservatuar tiyatro bölümünü kazandığım an, artık yeni hedefler belirlemem ve yeni kararlar vermem gerekmekteydi, halen gerekiyor.
En sevdiğin ve sevmediğin yönlerin neler?
En sevdiğim özelliğim yemek yapmayı seviyorum, en sevmediğim özelliğim yemek yemeyi o kadar sevmiyorum .
Kendini geliştirmekte olduğun başka bir tutkun var mı?
Biraz maymun iştahlıyım galiba. Zaman zaman, türlü türlü heveslerim oluyor; gitar çalmak, tenis oynamak, analog fotoğrafçılık gibi… Ancak hiçbiri bir türlü tutkuya dönüşmüyor.
Sporla aran nasıl? Beslenmene dikkat edebiliyor musun?
Çalışırken sporu bir arada yürütmeyi bir türlü beceremedim ama yapmaya çalışıyorum. Bisiklete binmeyi seviyorum, yağmurlu İstanbul günleri bisiklet için çok keyifli benim için. Az acıkıp acıkınca yiyenlerdenim, maalesef beslenmeme çok dikkat ettiğimi söyleyemem.
İlişkinde, işinde ve arkadaşlarınlayken seni en çok heyecanlandıran şeyler nelerdir?
Samimi hissettirmek, hissetmek ve keskin zeka.
Her şeyi çok hızlı tüketiyoruz; özellikle de aşkları. Senin ilişkilere bakış açın nasıl?
İlişkiler gün geçtikçe özellikle yaşadığımız şehir ormanında tek porsiyonluk ve az porsiyon olmasına rağmen çok yorucu bir hal aldı. Ama ben de insan ilişkilerinde beklentilerimi azalttığım ölçüde ferahladığımı hissettim.
Güzel bir kadını nasıl tarif edersin?
Güzellik oldukça göreceli bir kavram. Ancak benim için en güzel kadın her zaman hiçbir baskıya boyun eğmeyen, baş kaldıran kadın.
Peki sırada neler var? Geleceğe dair en çok neyin hayalini kuruyorsun?
Son bir senedir hayal kurmayı unuttum gibi, ne yasak ne zaman yasak vs. derken çok yabancı bir hal aldı bu durum. Gerek ekonomik gerek sosyal olarak küresel çapta bir yabancılık hissi ile yaşamaya çalışıyoruz, tek arzum bu durumun ortadan kalkması.