Röportaj: Seray Yazıcıoğlu Ezmiş / Ayşe Çağla Küçük
Fotoğraf: Mesut Yazıcı
Styling: Eylem Yıldız
Makyaj: Erdem Şahanlı
Saç: Sabit Akkaya/Okan Dur
Fotoğraf Asistanı: Aida Chalabili
Mekan: Digioneplus
Oyunculuğa ilk adımı nasıl attın?
Aslında bilmeden de olsa en doğru yerden, seyirci koltuğundan başladım. İlkokulda sınıfça gittiğimiz bir çocuk oyununu izledikten sonra (şirinler) dekor çok ilgimi çekti ve sahneye çıkmak istedim. Bir yandan Gargamelden korkacak yaştayım hala ama bir yandan şirinlerin evlerine girmeyi çok istiyorum. Çok ağladım ama çıkarmadılar beni sahneye. Ben de çocukluğumun verdiği yetkiye dayanarak çılgınca inat ettim. Dört seneye yakın şirinlerin evine girmenin hayalini kurdum. Dördüncü sınıftayken Antakya Belediyesi Şehir Tiyatrosu‘nun çocuklar için drama kursu ilanını gördük annemle. Gitmek ister misin dedi, ben de tabii ki evet dedim. O gün şirinlerin evine girmek için kaydolduğum kurs aslında şirinlerin evinden çok daha fazlasıymış. Dört sene kursa gittikten sonra Antakya Belediyesi Şehir Tiyatrosu’nda oynamaya başladım. Bir yandan okul tiyatroları, bir yandan Şehir tiyatrosu devam ederken ederken yol kıvrıla kıvrıla buralara kadar geldi. Yolda neler yaşandığı ayrı bir röportaj konusu ama ilk adım böyle oldu.
Oyuncu olmak hep aklında var mıydı? Hayat seni bu mesleğe nasıl yönlendirdi?
Aslında hayat mı beni bu mesleğe yönlendirdi, yoksa ben mi hayatımı bu mesleğe yönlendirdim emin değilim. Şirinlerin evi uğruna kaydolduğum kursun aslında çok daha fazlası olduğunu anlayana kadar o tabii ki bir çok kez fikir değiştirdim. Bunda tabii ki eğitim sisteminin, bir ’ Altın bilezik’ arayışının çok etkisi oldu. Bir yandan aklımın ve gönlümün bir tarafında oyunculuk hep vardı tabii ki, ama şimdi dönüp bakınca anlıyorum ki çocuk yaşta bunu seslendirmek çok kolay değilmiş zaten. Ne zaman ki hiçbir altının sevdiğin işten daha değerli olmadığını anladım, o zaman pırlanta gibi mesleğim aklıma yerleşmiş oldu.
Oyunculuğun seni besleyen ya da geliştiren tarafları neler? Zorlukları, keyifli yanları ve kimsenin bilmediği başka yönleriyle oyunculuk nasıl bir meslek?
Oyunculuğun rol yapmaktan biraz daha derin olduğunu düşünürsek yaparken keyif alsanız bile size dayattığı bazı şeyler oluyor. Okumak, izlemek, daha çok okumak, daha çok izlemek, araştırmak gibi gibi… İzlemekten kastım sadece film ya da dizi izlemek değil. Çevrenizi izlemek, insanları izlemek, yaşanılanları, olayları izlemek… Bunun gibi daha bir çok şey var. Tüm bunlarla haşır neşir olduğunuz zaman bir süre sonra fark ediyorsunuz ki dünyaya karşı gözünüzün numarası günbegün küçülüyor. Bunlar tabii ki sadece oyunculuğa özgü şeyler değil. İnsana dair yapılan her işin getirisi üç aşağı beş yukarı aynı. Zamanı daha şeffaf ve daha net görmekten daha büyük bir avantaj düşünemiyorum. Elbette her mesleğin kendine özgü zorlukları var. Eğer burada oyunculuktan kastımız dizide oynamaksa tabii ki ilk akla gelen yoğun çalışma temposu, düzensiz bir hayat oluyor. Keyifli bir ekiple ve takdir edilen bir iş çıkardığınız zaman yorgunluk gözünüze görünmüyor. Aslında en çok dinlendiren şeyle en çok kamçılayan şey aynı. Takdir edilmek! Tek duygu bütün yorgunluğunuzu alıp daha fazla koşmak için sizi coşturuyor. Senaristin harflerle kurduğu bir dünyayı çok boyutlu hale getiren yönetmenin oyuncuları, oyuncakları oluyorsunuz aslında. Tıpkı bir çocuğun duyduğu masalı oyuncaklarıyla canlandırması gibi. Aslında senaristin kağıdıyla yönetmenin dünyası arasında bir köprü kurma işi oyunculuk. O yüzden dünyayı net görebilmek her zaman çok işe yarayacak bir avantaj ve bunu yapabilmek için çalışmak, çok çalışmak oyunculuğun ilk bakışta görünmeyen, bilinmeyen -aslında- en büyük parçası. Ama nihayetinde neresinden baksanız aşık olduğunuz iş ve bu yüzden dünyanın en zevkli şeyi.
Sen Çal Kapımı dizisinde Ferit karakterini canlandırıyorsun. Seni Ferit karakterine çeken şey neydi? Sence, Çağrı ve Ferit gerçek hayatta birbirleriyle anlaşabilirler miydi?
Öncelikle şunu söyleyim Ferit ve Çağrı kesinlikle çok iyi anlaşırlardı. Ferit aslında güzel adam, arada kalmışlıklarından, kaoslardan, karmaşadan bir çıkabilse, bi netleşebilse hayatı, çok eğlenceli bir adam. Hatta Ferit le Çağrı’nın birbirine göz kırpması sanırım bu yüzden. Aslında ilk başta kurduğumuz, planladığımız Ferit biraz daha farklıydı galiba. Ama en sevdiğim şey oldu ve karakterim tıpkı insanlar gibi zaman geçtikçe evrildi. En başından beri kollamaya çalıştığım bir şey vardı, o da Ferit’in en az kuzeniniz kadar samimi olmasıydı. ‘Ben geldim!’ Diye bağırmak yerine anahtarla kapıyı açıp sakince koltuğunuza oturabilecek ve bunu yaparken sizi rahatsız etmeyecek kadar intim ve samimi olması. Karakteri ilk okuduğum günden beri bunu yapmaya elverişli olması çok hoşuma gitti ve bu amacımdan sapmadan devam etmeye çalışıyorum. Elbette tırnaklarını çıkaracağı ya da diş göstereceği zamanları olacaktır ama böyle dönüşümler insanın (Karakterin) yaşadığının en güzel göstergesi bence.
Sen Çal Kapımı izleyici tarafından oldukça seviliyor. Bunu neye bağlıyorsun?
Bence bu çok net bir şekilde enerji meselesi. Sadece oyuncuların değil tüm ekibin birbiriyle uyuşması, eğlenebilmesi toplamda büyük bir enerji doğuruyor. Adı net olarak konamasa bile izlerken hoşumuza giden şey bence gözlerimizin parlaması. Bu da mutlu olmaktan geçiyor. Bir aradayken mutlu bir ekibiz, bu yüzden gözümüzden gülümseme eksik olmuyor. Bir romantik komedi için daha ideal bir formül olabileceğini sanmıyorum. Bir dizi için çalışan herkes bütünün neresinde nasıl durması gerektiğini, ne yapması gerektiğini iyi bildiği zaman yapmanız gereken tek şey mutlu olmak oluyor. Tökezleyenin elinden tutup kaldırmak da ekip olmaktan çıkıp aile olmaya giriyor. Başarı elbette göreceli bir şey ama başardığımız bir şey varsa bunu iyi bir aile olmaya borçluyuz bence.
Bugüne kadar yer aldığın projelerde, oynarken ve izlerken en çok keyif aldığın sahne hangisiydi? Ekranda kendini gördüğünde ne hissediyorsun?
Hepsi benim çocuklarım (gülüyor). Ama içlerinde ufak ayrımlar yapmak gerekirse Vatanım Sensin de Cevdet’in Spiros’u idamdan kurtardığı sahne diyebilirim. Duygusu çok kuvvetli ve çok güzel tasarlanmış bir sahneydi. Okurken bile boğazımın düğüm düğüm olduğunu hatırlıyorum. Aslında okurken etkilendiğim daha bir çok sahne geliyor aklıma düşündükçe ama ilk aklıma gelen buysa galiba bu sorunun doğru cevabı da bu.
Canlandıracağın karakter için nasıl bir ön hazırlık yapıyorsun? O süreçten biraz bahsedebilir misin?
Bir hikaye ya da karakter ne kadar özgün olursa olsun aslında bir benzeri muhakkak bir yerlerde yaşanmış ya da yaşıyor oluyor. Bir karakteri çıkarırken önce aurasını çözmeye çalışıyorum sonra büyük bir resimde belli bir rengi arar gibi etrafımda o aurayı bulmaya çalışıyorum. Ufacık bir yerde bulduktan sonra geriye daha fazlasını hayal etmek ve izlediğiniz şeylerin sonuçlarını tek bedene toplamak kalıyor. Genelde o büyük resme bakmaya en yakınımdan başlıyorum çünkü devamına ve detaylarına en hakim olduğum yerler oralar. O ilk kıvılcımı bulduktan sonra ateşi harlamak yani karakteri ete kemiğe büründürüp ayağa kaldırmak için yaptığım tek şey tutarlı ve sonsuz hayal kurmak.
Bir rolü kabul etmeden önce senaryoda özellikle dikkat ettiğin şeyler var mı?
Kariyerle ilgili kaygıları bir kenara bırakırsak ilk etapta ayakları yere sağlam basan bir geçmiş hikayesi aklımı çelebilir diyebilirim. Karakterin iyi ya da kötü olmasıdan ziyade karakterin iyi ya da kötü yazılıyor olması önemli. Onu oynamam bunu oynamam gibi kriterlerim hiçbir zaman olmadı. Eğer karakterin o dünya içinde var olma biçimine ve varoluş sebebine inanıyorsam geri kalanlar biraz teferruat oluyor.
Bir oyuncu olarak toplumda bir göreviniz olduğuna inanıyor musun?
Burada yine bir yol ayrımı var aslında. Eğer kastımız dizilerde oynamaksa farklı bir görev tiyatroda, sinemada bir şeyi oynamak ise farklı bir göreviniz oluyor. Dizide oynamak tiyatroya ve sinemaya göre biraz daha göz önünde olmayı da beraberinde getirdiği için (Bu durumun sebepleri, iyiliği ve kötülüğü yine farklı bir röportaj konusu) aslında toplumda oyuncu olarak değil tanınan biri olarak görevleriniz oluyor. Sıkıldıkça sizin ne yaptığınıza, nasıl yaşadığınıza bir cep telefonu uygulamasıyla birebir şahit olabilen ve sizi örnek alan bir sürü insan oluyor. O yüzden attığınız adımın sizden sonra defalarca kez atılabileceğini göz önünde bulundurarak yürümeniz gerekiyor. Sevdiği insanlar sigara içiyor diye sigara içen insanlar tanıdım. Bunun doğruluğunu yanlışlığını elbetteki konuşmaya bile gerek yok ama maalesef bunlar gerçek. Bugün sigara içme içmeme noktasında bile sizi örnek alıp peşinizden gelen insanlar olduğunu düşündüğünüzde hayata dair duruşunuzun, nerede konuştuğunuzun, nerede sustuğunuzun ne kadar önemli olabileceğini siz düşünün. Sizi sürekli izleyen insanlar var ve yapacağınız bir yanlışın çığ gibi büyümesi ihtimali var. O yüzden buna görev değilde sorumluluk bilinci demek biraz daha doğru galiba. Ama bunun bilincinde olduğunuz zaman elinizde müthiş bir güç oluyor daha çok iyilik için, daha çok adalet için, daha çok okuyan, daha bilinçli insanların yetişmesi için. Biz hep sağ elin verdiğini sol el bilmemeli diye büyüdük. Ama geldiğimiz noktada ve zamanda görüyoruz ki bazen yapılan bir iyiliğin herkes tarafından bilinmesi çok daha iyi olabiliyor. Kimileri buna show diyor kimileri gerçek niyeti anlayıp sizinle beraber bir adım daha atıyor. Ama neresinden baksanız bu durum en kötü ihtimalle görevi kötüye kullanmak oluyor ve daha çok iyiliğe sebep olan bir ‘ görevi kötü kullanmaya’ her zaman açığım.
Bugüne kadar yer aldığın projelerde senin dönüm noktan olan var mıydı? Yoksa o zamanı hala beklediğine mi inanıyorsun?
Ben her günün insanı için dönüm noktası olduğuna inanıyorum. Tabii ki şimdiye kadar benim için çok kritik köşelerden döndüm. Ama biliyorum ki dönücek daha çok köşe var, yol düşündüğümden çok daha uzun, dolambaçlı ve düşündüğümden çok daha fazla fırsatı saklıyor. Zamanın durağan bir şey olmadığını fark edip kabullendiğimiz zaman anlıyoruz ki aslında her anınızda yolunuz, fırsatlarınız, hayatınızdaki konumunuz, en önemlisi siz değişmeye devam ediyorsunuz. Dönüm noktası dediğiniz şey de aslında değişimin ta kendisi. Bu yüzden evet ,naçizane, dönüm noktalarından geçtim ama bitmediklerini çok iyi biliyorum ve her her güne bu bilinçle başlıyorum. Güzel şeyler, daha güzel şeyler, daha da güzel şeyler geliyor ve elbet gelmeye devam edecek. Son ana kadar sabrederek, görerek ve fark ederek yaşamaya devam. Çok inanarak söylüyorum ki -her zaman- daha güzel günler elbet gelecek.
Dijital platformlarda yayınlanan yerli/yabancı dizileri takip ediyor musun? Böyle bir dijital platformda yer alsan bunun sana neler kazandıracağını düşünüyorsun?
Tabii ki fırsat buldukça takip etmeye çalışıyorum. Hatta bazı işlerde fırsat yaratmak için ekstra çaba sarf ediyorum. Yapıldığı için, bir tuğla koyduğu için, bir yol açtığı için çok mutlu olduğum işler de var, çok büyük heyecanlarla oturup hayal kırıklığı yaşayıp kalktığım işler de var. Ama genel olarak dijital platformların varoluşu beni mutlu ediyor. Çünkü ister istemez daha özgür ve daha planlanmış işler oluyor. Televizyona göre daha geniş bir dünya olduğunu kabul ediyorum. Bugüne kadar hiç bir dijital işin içinde bulunmadım. Haliyle kaygılar ve kurallarla kısıtlanmayan bir dünyada neler yapabileceğimi görmeyi çok istiyorum. Ayrıca dijital platformların televizyona göre daha evrensel olduğu da bir gerçek. Bu işi yaparken en büyük motivasyon kaynağınız sevilmek ve takdir edilmek oluyor. Haliyle daha fazla seyirciye ulaşıp daha çok sevilmek, fiilen olmasa da daha çok insanla tanışmış olmak fikri insanın ruhunda şımarık bir yeri gıdıklıyor.
Kendine ayırdığın bir günü nasıl geçirirsin? En çok neler yapmaktan, kiminle vakit geçirmekten zevk alıyorsun?
Uykuyla harcadığı her dakika için pişman olan dünyanın en büyük uykucusuyum. O yüzden kendime ayırdığım bir gün genellikle öğlen uyanarak hemen sonra keşke daha erken uyansaydım diye hayıflanarak başlıyor. Duş kahvaltı kahve üçlemesinden sonra o gün gerçekten yapacağım hiçbir şey olmadığına kendimi ikna etmekle uğraşıyorum. Bu fikre zaten teşne olduğum için bu çok uzun sürmüyor. Normalde gidip bir kafede kahve içip sosyalleşmeyi çok seviyorum ama malum pandemi koşullarında bunu yapmak hem pek içme sinmiyor hem de zaten sanırım artık öyle bir imkan yok. O yüzden dışarda buluşacağım arkadaşlarımla görüntülü konuşarak hasret gidermeye çalışıyorum. Vakit geçirmekten zevk aldığım bir çok insana artık erişemiyorum. Düzenli olarak test yaptırdığımız ve kişisel tedbirlerini çok iyi aldıklarından emin olduğum için en sık Başak ve Berkay’la görüşüyorum. Özlediğim, sarılmayı özlediğim, yan yana olmayı özlediğim çok arkadaşım var. Pandemiden dert yakınmayı bir kenara bırakırsak kendime ait bir günün uyanıp ayıldıktan sonraki kısmı kahve içip, müzik dinleyip, düşünüp, hayal kurup, yazarak geçiyor. Zevk olsun diye başladığım yazma maceram gün geçtikçe daha elle tutulur, gözle görülür bir hal almaya başlıyor ve bununla ilgili çalışmak bana çok iyi geliyor.
Peki seni tanımlayan sıfatlar neler? Sana dair yıkmak istediğin bir ön yargı var mı?
Açıkçası belli sıfatları üstümüzde taşımak bana özgürlüğü biraz kısıtlıyor gibi geliyor. O yüzden kendimi hiç sıfatlarla tarif etmedim. İnsanın dönüşümüne ve değişimine inanan biriyim. O yüzden şu an sayabileceğim sıfatlarım yok. En genel haliyle değişken diyebilirim. Hatta öyle değişken olabiliyorum ki zaman zaman bunu dengesiz diye de tanımlayabiliyoruz. (Gülüyor) kimseye zarar vermediğim sürece mutlu olduğum şeylerle yaşamayı seviyorum. Bu biraz öngörülemez olmayı da beraberinde getiriyor ve çevremdeki insanlar için çok hoş olmadığının farkındayım.Buradan hepsinden özür dilemiş olayım. (gülüyor) değiştirmek istediğim bir ön yargı noktasına gelince, niyeyse benim bitmek tükenmez bir sabrım olduğunu düşünüyorlar genelde. Evet biraz sabırlı olduğum doğrudur ama en nihayetinde insan olduğum daha büyük bir gerçek. Bu önyargıyı nasıl yıkacağımı hiç bilmiyorum. Bir zamanlar bu önyargıyı yıkmak için daha bismillahtan anlayışsız bir adam gibi görünmeye çalıştım ama onu da yüzüme gözüme bulaştırdım. Bugüne kadar yaşadıklarımdan anladığım kadarıyla gerçekten sabırsız bir adam olana kadar bu zulme dur diyemeyeceğim. (Gülüyor) İşin şakası bir yana, içimdeki iyi insan olma çabasını hiç kaybetmemek uğruna bu ön yargıyı yıkma savaşında farklı stratejiler geliştirmeyi göze alıyorum. Bizi iyilik kurtaracak.
Sınırları olan biri misin? Asla tahammül edemeyeceğin şeyler var mı?
Çok sınırlarım olduğunu söyleyemem. Aksine bir süredir her şeye çok daha az şaşırdığımı söyleyebilirim. Başka biri için olağan bulduğum bir şeyi kendim için de aynı seviyede mümkün buluyorum. Ama bu demek değil ki başıma, başımıza gelen her şeyi kabullenip bir kenarda üstümüze yağanlara razı olacağız. Üstüme yağan yağmurdan hoşlanmıyorsam ya kalkar bir tentenin altında otururum ya kalkıp dolu yağan bir yere giderim. Bunun her birey için yaşama ve yaşam biçimini seçme hakkı olduğuna inanıyorum. Belki de bu yüzden en tahammül edemediğim şey de haksızlığa uğranması. Haksız olmayı kabul edebilirim ama haksızlığa uğramayı asla. Sadece kendim için değil, herhangi bir yerde, herhangi birinin, herhangi bir konuda haksızlığa uğradığını ya da hakkının yendiğini gördüğüm zaman tüylerim tersine dönüyor. Durduğum yerde bekleyip istediklerimin gökten yağmasını beklemek çok benlik bir olay değil. Yani özetle sınırlarım yok ve tahammül edemeyeceğim tek şey sınırların konmaya çalışması.
Çağımızın aşkları, arkadaşlıkları kısacası ilişkileri hakkında ne düşünüyorsun?
Bu konuda genele göre biraz daha farklı düşünüyorum galiba. Bir çok insan günümüz ilişkilerinin çok daha sabun köpüğü olduğundan, geçici olduğundan dem vuruyor. Bunun zamanla tek bağının alternatifleri bulmak konusunda daha rahat olduğumuzla ilgili olduğunu düşünüyorum. Eskiden insanlar semtleri, mahalleleri hatta belki de apartmanları kadardı. Arkadaşlarını oradan seçmek zorundalardı, sevgililerini, eşlerini, hayat arkadaşlarını genellikle oradan seçmek zorunda kalıyorlardı. Şimdi anlaşamadığınız bir komşunuz olduğu zaman arkadaşlık etmek zorunda kalmıyorsunuz. Teknoloji ile -buradaki teknolojiden kastım sadece telefonlar değil. Arabalar, uçaklar, televizyonlar gibi gibi…-Gelişen ve değişen sosyalleşme anlayışıyla artık daha mutlu olacağınız yerlerde daha iyi anlaşabileceğiniz insanlar bulabiliyorsunuz. Haliyle bu imkanlar dahilinde herkes daha mutlu olacağı bir dünya peşinde koşuyor. O sabun köpüğü denilen ilişkilerin çoğunlukla daha iyinin peşinden koşmak için sonlandığına inanıyorum. En nihayetinde her insan biriciktir. Ve kendi mutluluğunun peşinden koşması kadar olağan bir şey yoktur. Belki de bu konuda yetişen her yeni nesil farkında olarak ya da olmayarak daha cesur, daha özgür yetişiyor. En azından ben öyle buluyorum.
Yaptığın iş haricinde seni bu hayatta en çok ne heyecanlandırıyor?
Bu soruyu yaptığın iş haricinde sormanız çok iyi oldu yoksa yine işimi yaparken ne kadar mutlu olduğumdan, heyecanlandığımdan filan bahsedip dururdum. Şimdi öğrenmeyi ne kadar sevdiğimden bahsedebilirim. Aslında yaşadığım iki olayla çok net anlatabilirim. Bir tanesi köpek fobimi yendim zaman -köpeklere ve kendime güvenmeyi öğrendim zamandır- ki bu öğreti benim mahallemi, şehrimi genişletmişti. Çünkü köpek vardır diye korkup girmediğim çok sokak vardı. İkincisi, demin de bahsettiğim gibi, bu ara yazmayla biraz fazla ilgileniyorum, bir yazım atölyesine gidip yazmayı öğrendiğim zamandı. Atölye bittiğinde bu sefer bütün dünyam genişlemiş gibi hissettim. Öğrenmenin ben de her zaman ferahlatıcı bir etkisi oldu. İşim dışında en heyecanlandığım ve en sevdiğim şey öğrenmek. Yaşasın öğretmenlerimiz.
Stilini nasıl tanımlıyorsun, giyinirken nelere dikkat ediyorsun?
İşte bu tam benlik bir soru. Giyinirken dikkat ettiğim tek şey giyinmiş olmak. Pantolonumu, çorabımı giydim mi? Giydim! Tişörtümü giydim mi? Giydim! Montumu aldım mı? Aldım! Ayakkabımı da giyersem çok güzel olur! İşte bu kadar basit! (Gülüyor)
Şu an için nasıl bir kariyer planlaman var? Yakın gelecek için hedeflerin neler?
Oyunculuk hayatımın sonuna kadar yapmak istediğim bir iş. Ama bir yandan bir süredir beni heyecanlandıran bir reji merakım var. Yakın zamanda klipler, kısa filmler yazıp çekmek için harekete geçmeyi planlıyorum. Hatta kim bilir, belki bu röportaj yayınlanana kadar çekip yayınladığımız bir şeyler olabilir bile. Yazmanın ve yönetmenin oyunculuğa da müthiş bir katkısı olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden kısa vadede planım çalıştığım sektöre farklı birimlerle dahil olup onların gözünden bakmayı öğrenmek sonra da altın bileziklerim kolumda yoluma devam etmek.
Son olarak; idolün olan bir oyuncu ile röportaj yapacak olsan ona neler sorardın?
Bu soru beni biraz düşündürdü. Çünkü sormak isteyeceğim çok şey olur. Eğer idolümse muhtemelen röportaj yaptığımı unutup daha mesleki sorular sorarım diye düşünüyorum. Hayata bakışıyla alakalı, işine bakışıyla alakalı. Oyuncu kimliğinden biraz ayrıştırıp insan olarak tanımaya çalışırım. Ama tek soru sorma şansım olsa nihayetinde şöyle bir yere varırız. Ben kendimi saatlerce, detaylıca anlatıp sonra şunu sorarım: ‘Nasıl? İyi miyim sence?’