Röportaj: Seray Yazıcıoğlu Ezmiş / Ayşe Çağla Küçük
Fotoğraf: Emre Karataşoğlu
Styling: Eylem Yıldız
Saç: Sabit Akkaya / Hüseyin Divarcı
Makyaj: Gizem Ergin
Mekan: Studio Main Art / Serra Demir
Seni daha önce bir televizyon programında sahnede izliyorduk. Kariyerin boyunca birini seçecek olsaydın eğer tiyatroyu mu yoksa televizyonu mu tercih ederdin?
Sanırım bu konuda tiyatro cevabı daha popüler. Seyirciyle yüz yüze olması, anında reaksiyon alman, hissettirdiği şeyler, sanatsal bir bakış açısı… Ama ben galiba kamera karşısında daha çok eğleniyorum. Eğer hayal kırıklığına uğrattığım birileri olduysa da üzgünüm. Daha çok iş bölümü, daha kalabalık bir ekip, durgun ve beklenilen gibi gözüküp sürprizlerle dolu bir alan… Ben sürprizden beslenen bir oyuncuyum. Karşılıklı oynadığım oyuncuyu da, her şeye hazırlanmış ekibi de şaşırtmak isterim. Çünkü hayatta en çok eğlendiğim yer iş yerim. Mümkün olabilecek her sahnenin her tekrarında da farklı bir tepki vererek eğlenmeye çalışırım, kurgucuyu zor durumda bırakmamaya çalışarak. Eğer her türlü şımarıklığı yapabilecek bir özgürlüğe sahipsem, cevabım televizyon.
Tiyatro, sinema filmi ve televizyon; üçünün de senin için en güzel yanları neler?
Tiyatroda seyirci bazen sessiz kalabilir. Örneğin; komedi oynuyorsunuz ve o gün gününüzde değilsiniz. Olmuyor yani. Bazen öyle günler olur. Bir de düşünün ki dram oynuyorsunuz ve öyle bir sahne oynadınız ki seyirci kendini kaptırmış bir şekilde izliyor ve asla çıt çıkmıyor. Bu iki örnek de aynı sessizliği içinde barındırmasına rağmen sahnedeyken hangi sessizliğin hangisi olduğunu anlarsınız. Yani seyirci etkilendiği için mi ses çıkmıyor, yoksa seyirciyi kaybettiğiniz için mi… Bunu anlarsınız oyuncu olarak. İşte bu canlılık ne sinemada var ne televizyonda. Sinemada ise en sevdiğim nokta her sahnenin mutlaka ama mutlaka bir amaca hizmet etmesi. Ve mutlaka her sahneye, filmin tamamıymış gibi özen gösterilmesi. Böylece hissettiğim şeyi daha rahat yansıtabiliyorum. Konsantrasyon için daha çok vaktiniz oluyor. Sahneler üstüne daha rahat konuşabiliyorsunuz ve uzun süre deneyebiliyorsunuz. Televizyon ise büyük kitlelere ulaşmak ve adınızı duyurmak için mükemmel bir araç. Çalışma saatleri uzun ve genelde yetiştirmesi güç olsa da size hayalini kuramayacağınız kapılar açıyor.
Sen Çal Kapımı dizisinde canlandırdığın Erdem Şangay karakterinin en sevdiğin ve sana uzak gelen yanları neler? Hayat felsefesi açısından seninle benzerlikler taşıyan yanları var mı?
Açıkçası çok şeyi bana çok uzak geliyor. Bu kadar açık sözlü olması, utanma duygusunun bu kadar az olması, aslında her şey için gizliden gizliye kötü de olsa planlar yapıyor olması bana çok uzak davranışlar. Ben tabiri caizse dan dun yaşayan biriyim. Elbette ilerisini düşünüp hayaller kurar ve planlar yaparım. Ama anlık hayatımı sadece yaşamak ve her saniyeden zevk almak üzerine kurduğumu söyleyebilirim. Erdem’le benzediğimiz yer ise dalga geçiyor olmamız. Ben Erdem’i hayal ederken ve dolayısıyla hayata geçirirken, çoğu zaman ciddi olmadığını ve hayatla dalga geçtiğini düşünüyorum. Yani bu yönünü kesinlikle kendime benzetiyorum. Ve dürüst olmam gerekirse Erdem iyi ki hayatla dalga geçiyor ve oyun oynuyor, yoksa onu sevmem, bulundurduğu özellikleri düşününce çok zorlaşabilirdi.
Senin için bir rolü üstlenmede ya da bir karakteri oluşturmada en büyük zorluk nedir?
Bir önceki soruda söylediğim sevme kısmı… Oynadığım karakterin neden kendince haklı olduğunu anlamak ve bence haksız olsa bile onun gözünden haklı olduğuna ikna olma kısmı gerçekten zor. Çünkü ikna olmadan ikna edemeyiz.
Sette günün büyük bir kısmını rol yaparak ve belli bir senaryoya bağlı bir şekilde geçiriyorsun. Tüm bu deneyimler seni nasıl birine dönüştürdü?
Yine bir önceki soruya verdiğim cevapla bağlantılı olarak, bu deneyimin bana kattığı en büyük değer empati. Başkasının gözünden bakarak gününün çoğunu geçirmek bana diğer insanları anlama veya anlamaya çalışma gücünü kattı. Yani daha sabırlı ve anlayışlı birine dönüştürdüğünü söyleyebilirim. Pek tabii bu tecrübenin bizden götürdükleri de oluyor. Uzun saatler boyunca bunu yaşamak zaman zaman daha kırılgan bir insan yapmış olabilir beni. Ama karakterime böyle bir katkısı olacaksa da varsın olsun. Bu meslek ve bu mesleğin gerektirdiği şeylerin hepsini çok seviyorum, sonuçlarını göğüslemeye de hazırım.
Eğlenceli ve pozitif bir duruşun var, dolayısıyla her daim “komik” olmanla ilgili de mutlak bir beklenti var. Bu konuda ne düşünüyorsun?
Böyle bir beklenti gerçekten var. Bununla yaşamak zor diye bir havaya tabii ki girmeyeceğim. Yaptığım işin gereği olarak düşünüyorum. Bizim işimiz sadece sette süren bir iş değil. Özel hayatınız, duruşunuz, dışarıdaki davranışlarınız, kimlerle nasıl iletişim kurduğunuz… Ama ben her zaman bu beklentiyi karşılayan biri miyim? Maalesef değilim. Çoğu zaman durgun, utangaç ve içine kapanık bir insanım. Ama bu benim. Gerçek ben yani. Ve açıkçası benim nasıl hissettiğim, insanların hayal kırıklığına uğramasından daha değerli. Eğer birileri için değişmek zorunda hissedersem kendimi, o zaman sevdikleri Sarp da gitmiş olur. Beni şakacı çocuk olarak gördüklerini biliyorum. Ama onlar için üzgünüm. Başıma gelen şeylerle sürekli dalga geçiyor olabilirim ama bunun herkesi eğlendirebileceğinden emin değilim. Sürekli güldürmediğimi biliyorum ama çok gülerim. Gerçekten çok gülerim. Ben eğlenmeyi çok seviyorum ve bütün hayatımı her saniyeden zevk almak üzerine kuruyorum. Bu yüzden kendimi komik olmak zorundayım gibi bir ruh haline de sokmuyorum. Sadece her saniyenin tadını sonuna kadar çıkarıyorum.
Peki, seni ne güldürür? Eğlenmek için neler yapıyorsun?
Ben mizahın her türlüsüne inanırım. Bana bütün şakaları yapabilirsiniz. Şakanın ve mizahın sınırı olmadığına inanıyorum. Bunu gösteriyor muyum? Tabii ki hayır. Dedim ya ben oyun oynamayı ve hayatla dalga geçmeyi seviyorum ama her insan böyle değil. Benim hayatta pek hassasiyetim yok. Benim gibi her şeyle dalga geçebilen insanlar var çevremde. Eğlenmek için hayatıma bu insanlardan katmaya çalışıyorum. Bir araya gelip, her şeye inat saatlerce, hunharca gülelim diye.
Çok kısa bir zaman önce baba oldun. Öncelikle sağlıkla büyümesini diliyoruz tüm kalbimizle. Babalık; kadınların annelik duygularına nazaran daha sonradan öğrenilen bir duygudur ya, neler hissediyorsun oğluna baktıkça?
Öncelikle çok teşekkür ederim. Henüz taze bir baba olduğum için bu sorunun cevabına her gün başka bir cevap verebilirim. Bugünün cevabı şu; aşık olmak gibi. Eğer oğlum Uzay 30 saat boyunca hiçbir şey yapmadan otursa, ben de 30 saat boyunca hiçbir şey yapmadan onu izlemek isterim.
Baba olmak seni nasıl bir adam yaptı?
Yine çok taze olduğum için şu ana kadar en büyük katkısı kadınlara bakış açımda oldu. Zaten feminist bir insandım ama artık erkek düşmanı olmaya çok yaklaştım. Şaka bir yana şuna artık kesinlikle inanıyorum; insan, hayallerin ötesinde bir yaratık. Asla gücünün yetmeyeceğini düşündüğün şartlarda bile insan o kadar güçlü durabiliyor ki, gerçekten hayretler içinde kalıyorsun. Anne olan kadınların bir anda yaşadığı bu doğa üstü güçlenme buna kesinlikle kanıt. Bu güçlenme hem fiziksel ve daha çok da duygusal bir güçlenme. Gerçek ötesi.
Oğlunla beraber yapmak istediklerin neler, ne hayaller kuruyorsun mesela onunla ilgili?
Birkaç gündür saçma bir hayalim var. Oğlum omzuma çıkmış. Bir basket maçı izlemeye gitmişiz. İkimizin de elinde sosisli var. Sakın sosisli yediğimizi annene söyleme diyorum. Gülüp maçı izlemeye devam ediyoruz. Bunu eşime anlattım. ‘Birincisi bensiz neden maça gidiyorsunuz? İkincisi sosisli yediğini hepsini ben yemeyeyim diye mi benden saklıyorsunuz?’ dedi. Eşimle gurur duyuyorum. Yıllar içinde benimle birlikte geldiği bu umursamaz tavır gerçekten benim için bir gurur kaynağı.
Çok uzun saatler çalışıyorsunuz, ailene nasıl vakit ayırabiliyorsun? Oyunculuk, eş, aile ve babalık arasında dengeyi nasıl sağlıyorsun?
Sağlayamıyorum. Bence açık ve net bir cevap. Çok isterdim sürekli yanlarındayım demeyi ama maalesef işimiz öyle bir iş değil. Sürekli yanlarında olmak istesem de, bu pek mümkün olamıyor.Hayatımız genellikle özleme, anlayış ve sürekli büyük kavuşmalardan ibaret. Zamanla bunda daha başarılı olacağıma inanıyorum.
Sence evlilik aşk tanımını değiştiren bir şey mi? Yani aşkın karşılığı “tutku”yken yıllar geçtikçe “karşılıklı güven” gibi daha arkadaşça bir hale bürünüyor mu?
Tabii ki bürünüyor. Ama ben bunun kötü bir şey olmadığını savunuyorum. Tutkunun sürekli insanın dostuymuş gibi anılması bence çok yalan. Birine gözün kapalı güvenmek hayattaki en büyük lükslerden biri. Tutku yapısı itibariyle insana hata yaptırır. Herkes hata yapar ve herkes hatalarıyla güzeldir ama her düştüğünde sana elini uzatacak birine sahip olmak eşsiz bir duygudur.
Bu yoğun tempo ve kalabalıkla İstanbul’da yaşamak senin için zorlayıcı oluyor mu? Neredeyse herkes “gitme” üzerine plan yapıyor. Ailenle birlikte bu şehirden, hatta ülkeden kaçış planların var mı?
Açıkçası hiç böyle romantik biri değilim. Dinginlikten de sıkılırım. Bir kasabaya yerleşsem 2 gün sonra dönerim. Zaten yapım itibariyle sakin ve dingin biri olduğum için, kafamı dinlemek adına herhangi bir yerden uzaklaşmaya ihtiyacım yok. Genelde kafamı dinlemeye de ihtiyacım olmuyor. Çalışmak veya hareket etmek beni dinlendiriyor.Çatışmak veya kavga etmek değil ama aynı şeyi istediğim insanlarla bir ortak sonuç için canımızı dişimize takarak sürekli koşturmak bana meditasyon gibi geliyor. Bu yüzden şu anda 3. online dizimi de yazmaya başladım. Çocuğumun gelişini kutlamak için daha güzel bir yöntem olamazdı. Koşturmayı bu kadar çok severken, dünyanın en kaos şehri İstanbul’dan neden gitmeyi düşüneyim ki…
Hangi his seni yuvanda hissettirir. Bir yere ait olduğunu hissettiğinde nasıl bir ruh halinde oluyorsun?
Yine romantik bir soru benim için. Yuva, konsept olarak kafamda pek oturmayan bir şey. Mesela eşime de uysa ben sürekli başka başka otellerde kalmak isterim. Bir yere ait olmak gibi bir isteğim hiçbir zaman olmadı. O ana ait olmak benim için yeterli. Bence insanın huzuru hissetmesi için ihtiyacı olan tek şey kendisi. ‘Buralardan gitmek istiyorum, buralardan uzaklaşmaya ihtiyacım var, evime gitmem lazım’ gibi cümlelerin bende pek karşılığı yok. Tabii ki bu konseptlere ihtiyaç duyanlara, kendilerince hak veriyorum. Ama bence fazla romantik. Tek doğru şey geçen zaman, o zamanın oluşturduğu bütün anlar ve o anların içinde deli gibi dolanan biz. İnsan gerektiğinde hata da yapmalı, pişman da olmalı, üzülmeli de, sevinmeli de… Bunların hiçbiri hayatı fazla ciddiye almak için yeterli sebepler değiller bence. Bunların hiçbiri kimsenin başına gelmeyen şeyler de değiller. Bu yüzden her şeyle dalga geçiyorum. Ve çok yararını görüyorum.
Seni dünyanın en mutlu insanı yapacak bir dilek hakkın olsaydı, bu hakkı nasıl değerlendirirdin?
Belki garip olacak ama herkesin mutsuz olmak için sebebi vardır. Kimlerin nasıl hayatlar yaşadığını bilmiyoruz. Nasıl hayatların kime, nasıl etki edeceğini de bilmiyoruz. Ben zaten dünyanın en mutlu insanı olduğuma inanıyorum. Bence herkesin de mutlu olmak için bir sebebi vardır. Hayat, yorumladığın kadar ciddidir.
Uzaktan bakıldığında görünmeyen ama keşke bu yönümü daha iyi gösterebilsem dediğin bir tarafın var mı?
Hiçbir yönümü insanlara gösterme niyetinde değilim açıkçası. Veya herhangi bir yönümü insanlardan saklamak da istemem. Birkaç soru öncesine dönüyorum tekrar; komik olmak zorunda değilim. Gerçekte olduğum gibi olmak zorundayım. Bu yüzden gülmekten de utanmıyorum ağlamaktan da. Veya insanların beni nasıl algılayıp, nasıl görmek istedikleriyle de ilgilenmiyorum.
Pandemi aslında hepimize bazı konularda çok büyük dersler verdi. Sen karantina zamanlarında ne hissettin? Pandeminin sana verdiği en büyük ders neydi?
Kalabalığı sevdiğimi bana hatırlattı. Ben gerçekten insan seviyormuşum ya. Yüz yüze iletişime bayılıyormuşum ben. Evet belki utangaç biriyim ama ilk iletişimden sonra da her insanı tanımak isterim. O duygularım depreşti. Bu olaylar bittikten sonra sokağa çıkıp aynı anda 120 kişiye sarılmak istiyorum
Oyunculuk dışında kendini geliştirmekte olduğun başka bir tutkun var mı?
Yazmak benim en büyük ikinci tutkum yüksek ihtimalle. Her geçen saniye de bunu risk alarak geliştirmeye devam ediyorum. Online 2 tane diziyi yazıp çektik. Biri ve ilki ‘Eee Sonra’, çok yakında çıkacak. Deniz Işın’la birlikte oynuyoruz. İlk senaristliğim ve mükemmel bir takım olduğumuz için onun yeri ayrı tabii ki. Herkesin izlemesi için sabırsızlanıyorum. Diğeri ‘Milyoner’. Henüz post işlemleri sürüyor. Şu anda yazmaya devam ettiğimiz de ‘Büyük Kedilerin Günlüğü’. Yaza sinema filmi ve büyük bir dizi projemiz var. Yetiştirebilmek için sabahlıyoruz.
Hırslı olduğunu düşünüyor musun? Başarmak isteyip de hala başaramadığın bir şey var mı?
Sadece mesleki anlamda hırslıyım evet. Başarmak istediğim şeyler tabii ki var ama hayat bitene kadar onları başaramadım diyemem. Daha çok fazla zaman var önümde ve bir şey bugün olmadıysa, daha güzel bir şey olsun diyedir. Veya daha doğru bir zamanı vardır. Gördüğünüz gibi hayatımı umut ve mutluluk üzerine kurdum. Ve hepsi için daha çok vaktim olduğuna inanıyorum.
Asla başarısız olmayacağını bilsen ilk ne yapardın?
Baba olurdum…