Röportaj: Seray Yazıcıoğlu Ezmiş – Ayşe Çağla Küçük
Fotoğraf: Emre Karataşoğlu
Styling: Ali Arısoy
Styling Asistanı: Sıla Demir
Saç: Remzi Ateş
Makyaj: Akın Sert
Mekan: Oda Farm
Moda sahnesinde görmeye alıştığımız pastel pembeler, hareketli volanlar, çiçek desenleri, danteller beyazın saf ve masum etkisiyle buluşuyor ve Nilperi Şahinkaya ile bizleri doğada romantik bir yolculuğa çıkarıyor.
Babanın diplomat olduğunu biliyoruz, diploması deyince çok katı kurallar akla geliyor. Sen nasıl bir ailede büyüdün? Çocukluğuna dair hatırladığın en güzel anı ne?
Çok eğlenirdik! Annemle babamın aralarında ettiği sohbete doyamazdım, çok gülerlerdi hatta annem gülme krizine girer, babam da annemin gülmesine gülerdi. Çok küçükken, babam işten döndüğünde, evde bir yere saklanırdım, o da beni bulana kadar kalbim yerinden çıkardı, sonra da beraber Lego oynardık. Yemek saati gelince de üçümüz sofraya oturur, sohbet ederek yerdik. Annem zaten çok enerjik neşeli bir kadın, hep benimle oynardı, daha bebek sandalyesinde oturduğum zamanlar başlamıştı, taklitler yaptırıp kameraya çekerdi, ben de çok güler, eğlenirdim. En güzel anım, birlikte arabayla çıktığımız uzun yollar. Arabada hep müzik çalardı, annem de oynayıp şarkı söylerdi. Ben arkada hayal kurardım. 🙂
Babanın mesleği gereği farklı ülkelerde birçok kültürle karşılaşmışsın. Farklı kültürlerde büyümek sana neler kazandırdı? Seni nasıl bir insan yaptı?
Yurt dışında büyümek ve Fransız okulunda okumak beni sorgulayan, sorguladığım konuya birçok açıdan bakabilen, açık görüşlü biri yaptı. Başkalarının kararlarına saygı duyarım ve kendime karışılmasına izin vermem. Fransızlar bu konuda çok iyi eğitim verirler. Bir konu verir ve her açıdan irdeleyip kendine en uygun sonuca varmanı öğretirler. Basmakalıp hiçbir şey öğretmezler, önemli olan sorgulamaktır. Bu düşünme biçimi beni hayatta hep destekledi. Kimse bana bir fikir dayatamaz. Kimin hakkımda ne dediğiyle ilgilenmem, düşünürken kendimi sansürlemem. Başkalarına göre hareket etmem. Karar verirken sadece kendime güveniyorum. Tüm bunlar yurt dışında büyümüş olmamdan kaynaklı. Türkiye’de, sansür kavramı bana tuhaf gelmişti. Hala da geliyor.
Tam bir şehre/ülkeye alışmışken iş dolasıyla başka bir yere gidip sıfırdan başlamak seni nasıl etkiliyordu? Yeniden başlamanın avantajlarını ve dezavantajlarını anlatır mısın?
Hep birine “aşıktım” dolayısıyla ülke değiştirirken, aşk konusunda çok üzüntü çekiyordum. Çünkü o kişiyi bir daha göremeyeceğimi biliyordum. 🙂 Belli bir düzen kurup sonra 0’dan başlamak tatsız geliyordu ama annem ve babam beni hemen yeni düzene alıştırabiliyordu. Öte yandan, sil bastan başlamanın cezbedici bir tarafı da var. İnsan yenilenmiş gibi hissediyor, hani “yeni bir ben” derler ya… Ama her şeyden çok, bir an önce Türkiye’ye dönmek istediğimi hatırlıyorum. Özellikle genç kızlık zamanımda. Çünkü kendimi hiçbir zaman yurt dışına ait hissetmedim.
Uzaktan bakıldığı zaman sessiz, sakin ama çok güçlü duruyorsun. Gerçekten de öyle misin? Güçlü gözükmeyi nasıl başarıyorsun?
Teşekkür ederim. İnançlı olduğum için güçlü hissediyorum. Her olayın, tatsız bile olsa, olması gerektiği için olduğuna inanıyorum. Bence en önemlisi, acıdan kaçmamak. Dedem hep, “mutluluk, mücadele gücüdür” derdi. Gerçekçi olmak lazım, hayat mücadelelerden ibaret. Ben de dışarıdan Polyanna görünürüm ama içimde epey gerçekçiyimdir. Yani hayatın çok da acı dolu olduğunu biliyorum ve bununla barışık olduğum için güçlü hissediyorum. Bu barışık olma hali tabii ki zaman aldı, 20’li yaşlarımda böyle değildim. Ama pesimist değilim, en üzüntülü olduğum anda, içimin huzura kavuşmasını dilerim. Bir şeyler dilemek, bir şeylere inanmak lazım.
Kendine dair en sevdiğin şeyler ne? Katı kuralları olan, programlı yaşan biri misin yoksa her koşulda kendime göre bir şeyler bulurum deyip hayatı akışa bırakanlardan mısın?
Programlı yaşarım hiç akışta biri değilim! Bu özellik de yurt dışından geliyor ve sevdiğim bir özelliğim ama Türkiye’de bu şekilde yasamak çok zor:)! Bilirsiniz, hep bir aksilik, bir gecikme, bir son dakika değişikliği olur ve bu beni çok zorluyor. Örnek vereyim: Haftamın her günü genel hatlarıyla programlıdır fakat araya hep bir sürpriz girer.
Kitaptan uyarlama bir film/ dizi yapılsa ve kitap seçimi sana bırakılsa hangi kitaptaki hangi karakteri canlandırmak isterdin ve neden?
Aslında canlandırmak istediğim tüm karakterler erkek: Albert Camus’nun “Yabancı’sı”, Goethe’nin “Faust’u”, Coelho’nun “Simyacı’sını” oynamak isterdim ama hepsini kadın karaktere çevirmeleri gerekirdi :). Bu adamların hepsi hayati sorgulayan ve içindeki anlamı bulmaya çalışırken kendini de konumlandırmaya çalışan adamlar. Bu macera hoşuma gidiyor.
Oyunculuğun sana kattığı en önemli özellik ne oldu?
Ben rolün sahibini bulduğuna inanıyorum. Her rol sahibine bir şey anlatmaya yola çıkıyor. Canlandırdığım her karakter, bir replik veya sahnenin içindeki bir anla bende kalıcı bir şey uyandırdı. Tam olarak anlatamıyorum ama oyuncu da rolüyle birlikte eviriliyor, birlikte bir yolculuğa çıkıyorlar.
Mesleğinde başlangıçtan bugüne nasıl geçişler yaşadın?
Temelde iki doneme ayırabilirim: Endişeli dönemim ve tadını çıkaran dönemim. Endişeli dönemde hep bir gelecek kaygısı vardı, acaba tutunabilecek miyim ya da hep tek tip roller mi oynamaya mahkûm kalacağım diye canım sıkılırdı. İş konusundaki stres hayatıma da yansırdı. “Yaşamayanlar” dizisinden kötü sonuç aldıktan hemen sonra, tiyatro oyunumuz “Kalp’in” prova zamanında, dizi konusunda ciddi hayal kırıklığı yaşadım. Gittiğim birçok deneme çekimine boşuna gittiğimi, saç-göz renginin veya popülaritenin yetenekten çok daha ön planda olduğuyla yüzleştim. Hep farkındaydım ama onca yıl çalıştıktan sonra bu gerçek içime oturdu. Tiyatronun ne kadar değerli olduğunu hatırladım. Tiyatro sahnesinde sadece hak ettiğini alırsın. Tiyatroyla hedeflerim sadeleşti, bir rahatlama geldi. Sonuçta ne olursa olsun sahnede bir yerim olduğunu anladım. İşler hayal ettiğiniz gibi gitmediğinde, bir noktada tuhaf bir rahatlama gelir “ne olacaksa olsun” dersiniz 🙂 o andan sonra işler de açıldı ve sadece tadını çıkarmaya başladım.
Kerem Bursin ile beraber oynadığınız Aynen Aynen çok sevildi. Türkiye’de çok görülmemiş farklı bir format ve de dijital. Neydi seni çeken bu projeye?
Beni projeye çeken; kadın-erkek ilişkisindeki söylemek isteyip de söyleyemediğin, yapmak isteyip de yapamadığın “hayal” kısımlarının bu kadar güzel yazılmış olmasıydı. Zaman içinde bu hayal kısımları azaldı, proje başka bir yere doğru evirildi ama bu hali de güzel.
Açıkçası biz Aynen Aynen izlerken çok eğleniyoruz. Nasıl geçiyor set ortamı?
Projenin arkasında genç bir ekipten oluşan Games Medya var. Oradaki tüm çalışanlar sete geliyor ve hepsine bayılıyorum! Kerem’e ayrı bayılıyorum! 🙂 Yönetmenimiz Osman Kaya’ya da bayılıyorum. 🙂 Yani demek istediğim, sete çok sevdiğim insanları görmeye ve güzel muhabbet etmeye gidiyorum her şeyden önce. 🙂 Yoksa çalışma saatlerimiz çok yorucu, başka türlü çekilmez! 🙂
Ülkemizde diğer mecralardaki işleri de takip ediyor musun? Ah keşke ben de bu kadroda olsaydım dediğin bir iş var mı?
Aşk 101‘i çok beğendim. Orada keşke oynasaydım diyebileceğim bir rol yok ama bu kalitede dizilerde oynamak isterim diyebilirim. Konunun ne olduğu ya da hangi tür dizi olduğu önemli değil, anlatım dili önemli sadece.
Son günlerde gündemi oldukça meşgul eden sosyal medya kısıtlamaları hakkında ne düşünüyorsun? Televizyonda, sinemada ve dijital mecralardaki kısıtlamalar sana ne hissettiriyor?
Tabii ki çok baskı altında hissettiriyor. Birincisi, paralı bir platformda, çocuk kilidi olan bir mecrada sansür uygulamanın ne anlama geldiğini söylememe gerek yok. İkincisi, eşcinselliğin 2020 senesinde ülkemizde hala bulaşıcı bir hastalıkmış gibi görülmesini konuşmak bile istemiyorum. Eşcinsel doğulur, bir dizi izleyip eşcinsel olunmaz. Bu artık bırakın ifade özgürlüğünü, var olma özgürlüğünü kısıtlamak oluyor. Üçüncüsü, her türlü sansüre karşıyım. Nasıl ki hayatta şiddet de var küfür de var, hikâyelerde de teşvik edici olmadığı sürece, konuya hizmet ediyorsa olabilir. Bence esas sorun eğitim. Bireyin bir dizi izleyip bu tür şeyleri örnek aldığı bir toplum yetiştirdiysek sorun yetiştirme biçiminde. Aynı şekilde, sosyal medyada olur olmaz şeylere hakaret yazan bireyler de iyi yetiştirilmemiş olanlardan ibaret. Her şeyi sansürlemek çözüm değil, çözüm cahil insanların ufkunu açmak. Sansür koyarak ufku daha da kapatıyorsun. Örneğin; sosyal medyada bikinili kadın görünce hemen belden aşağı yorumlar yazan ya da hakaret eden, kadın vücudunu pornografik bir ögeye indirgeyen bireyler çoğaldı çünkü kadın vücuduyla ilgili de sansür var. Ben yurt dışında, billboard’larda iç çamaşır reklamları, televizyonda sevişme sahneleri görerek büyüdüm ve orada çoğunluk kadınları dekolte giydi diye taciz etmiyor ya da kadını aşağılayan tavırlara maruz bırakmıyor. Fazla sıkmak daha kötüsüne yol açar. İfade özgürlüğü için de aynı şey geçerli. İnsanları susturmaya çalışırken çok daha öfkeli insanlar yetiştirmiş olursun. Tüm bu sansürler çok korkutucu.
Uzun zamandır yapmak istediğin ama sürekli ertelediğin ve artık yapmamın tam zamanı dediğin bir şey var mı?
Unuttuğum ve karantina döneminde hatırladığım bir huyumu geri kazandım. Her sabah, gün içinde olan her şeyin, iyi-kötü, olması gerektiği için olduğunu kendime hatırlatıp, günü akışına bıraktığımı ilan ediyorum. 🙂 Bu benim gibi bir kontrol delisi için rahatlatıcı bir yöntem. 🙂
Olduğun yerden dönüp baktığında hayatındaki dönüm noktalarını görebiliyor musun? Bu dönüm noktalarından biraz bahsedebilir misin?
28 yaşımda, hayata karsı çok öfkeli bir tarafımla vedalaştım. Çok derinliğine girmek istemiyorum ama ciddi bir dönüm noktası yaşadım ve karar anımda bile hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağından emindim. Gerçekten de öyle oldu. 20’li yaşlarıma pek dönmek istemem, düşündüğümde bile yoruluyorum. 🙂
Hayata karşı tutumun doğru zamanı beklemek üzerine mi, yoksa fırsatları yakalamak üzerine mi?
Fırsat zaten doğru zamanda geliyor ama bana gelen teklifleri pek geri çevirdiğim olmamıştır yani fırsat kaçırmak istemem. Ama fırsat “yaratmak” bambaşka ve yapanlarda hayran olduğum bir şey. Bu bende şimdilik yok. Mesela, bir yere sadece çağırıldığında gitmek var bir de çağırılmadan gidip herkesi büyülemek var. 🙂 İşte bu fırsat yaratmak. Sanırım artık fırsat kaçırma pahasına, daha ne istediğini bilip sınır çizebilen biriyim. Belki bir dahaki aşama fırsat yaratmak olur.
Şu sıralar hayatının nasıl bir noktasında olduğunu düşünüyorsun?
Mutlu hissettiğim bir yerdeyim. Kaygılarımla ilgili çok büyük sınavlar geçtim. Şimdi sırada daha büyük sınavlar var.
Peki ya tam da bu zamanlarda hayalini kurarken heyecanlandığın bir şey var mı?
Ayakları üstünde durmayı öğrenen, güçlü olmayı öğrenen kadın rolleri canlanıyor kafamda. Beni heyecanlandıran daha bir sürü rolün bir yerlerde beni beklediğine inanıyorum, sonra daha çok heyecanlanıyorum. 🙂
Toplumun kadınlardan çok fazla beklentisi var. Hem güzel hem fit hem başarılı hem iyi bir sevgili/eş olman bekleniyor. Bu durumla nasıl başa çıkıyorsun?
Yıllarca diyet yapıp kilolu oldum, yıllarca ilişki isteyip yalnız oldum, yıllarca başarılı hissetmedim iyi ki de öyle olmuş diyorum çünkü kendimi sevmeyi bu şekilde öğrendim. Elinde hiçbir şey kalmadığında güçlenmekten başka çare kalmıyor. Güçlendikten sonra da kimin senden ne beklediğinin hiçbir önemi olmadığını biliyorsun. Ben her şartta değerli olduğumu biliyorum, değerimi böyle şeylerle biçenlerle hiçbir işim olmaz.
Güzelliği nasıl tanımlarsın? Bir kadının güzelliğine en çok zarar veren şeyler sence neler olabilir?
Bence güzellik sadece tavırdadır. Güçlü, radikal, tarz kadınları çok güzel buluyorum. Karizmadan bahsediyorum. Ağız burun kilo meselesi değil güzellik, daha çok bakış, ifade, duruşta gizli. Bunlar da dıştan değil, içten yansıyan şeyler. Güzelliğe en çok zarar veren şey de cehalet ya da kıroluk.
Stil ve güzellik söz konusu olduğunda asla yapmayacağın şeyler var mı yoksa yeniliklere açık mısın?
Her tarza, her modaya açığım. Bence kıyafet giyerken aslında kostüm giyiyoruz. Kıyafetin sana o günkü tavrını veriyor. Oyunculukta da giydiğin kostümle karakterini giymiş olursun, hayatta da aynı böyle. Örneğin; eğlenmeye çıkarken renkli, iş görüşmesine giderken ceket giyersin genelde. Ben o gün nasıl hissetmek istiyorsam ona göre giyinirim. Farklı tarzlarda giyindiğim çok olur. Saç-makyaj konusunda da çok değişim yaparım. Kısacık sarı, uzun kızıl saçlar ya da neon renkte makyaj gibi her türlü saç-makyajı denedim dönem dönem.
Şu aralar hangi güzellik ve bakım ürünleri favorilerin arasında?
Haftada 2 gün cilt maskeleri. Önce Kiehl’s Pineapple Papaya Facial Scrub uygulayıp sonra Glamglow Youthmud veya Kiehl’s Rare Earth Deep Pore Cleansing Mask kullanıyorum. Çok memnunum. Cildime ışıltı veriyor. Bir de fondöten yerine La Roche Posay’in Effaclar Duo Unifiant renkli nemlendiricisini kullanıyorum. Gayet kapatıcı. Bunun dışında Organique markasının Slimming Coffee Şekerli kahveli peeling’ine bayılıyorum, sırf kahve çekirdeği ve esmer şekerden oluşuyor ve harika bir kokusu var.
Sağlıklı beslenmek ve spor yapmak hayat rutinin içinde var olan şeyler mi?
Pilates, yürüyüş, yoga, meditasyon yapmayı çok severim ve düzenli yaparım. Sağlıklı beslenirim ama hiçbir kısıtlamam yoktur. Mesela her gün tatlı yerim ama genelde salata-et ya da makarna yemeyi seviyorum. Ekmekle hiç aram yok. Bir de kahvaltımı çok geç yapıyorum, saat 2 gibi, o da iki yumurtadan ibaret. Yani uykuyu da katarsak, kahvaltıya kadar 14-16 saat yememiş oluyorum. Buna aralıklı oruç denirmiş işe de yarıyormuş, ben bilmiyordum. 🙂 Hiç alkol kullanmadığım için ödem sıkıntısı da çekmiyorum. 🙂
Modayla olan ilişkin ne boyutta? Nasıl bir tarzın var? Nasıl giyinmekten hoşlanıyorsun?
En çok “boho-chic” tarzı beğeniyorum, mesela Lou Doillon, giyim tarzını en beğendiğim kadın. Bizde en çok Aslı Filinta’nın tasarımlarını beğeniyorum. Ama sadece bu tarz giyinmiyorum, bende her tarz var. 🙂 Günlük hayatta spor kıyafetleri tercih ederim, önemli olan rahatlık.
Son olarak kariyer hedeflerinde neler var?
Enteresan hikayesi olan kadınları konu alan her projede yer almak isterim. Özellikle bağımsız filmlerde. Blutv’de pavyon diye bir belgesel izlemiştim, keşke filmi ya da dizisi yapılsa da oynasam diye düşündüm.