Genel Ünlüler

NAZ GÖKTAN / RENKLERİN ÇARPICI ETKİSİ

0
(0)

Renklerin çarpıcı etkisi ile sadeliği buluşturduğumuz, rahatlık ve şıklığın yeni dilini Naz Göktan ile kuruyoruz.

Röportaj: Seray Yazıcıoğlu Ezmiş / Ayşe Çağla Küçük
Fotoğraf: Mesut Yazıcı
Styling: Ali Arısoy
Saç: Ata Resul Yılmaz
Makyaj: Büşra Köse
Fotoğraf Asistanı: Mustafa Berber
Styling Asistanı: Gönül Soyçeri
Mekan: Radisson Blu Hotel İstanbul Ottomare

Şu anda hayatının nasıl bir dönemindesin, kendini nasıl hissediyorsun? Mesela şu anda seni en çok heyecanlandıran şeyler arasında ne/neler var?

Pandemiden sonra; uzun zamandır kısıtlanmış, kapanmış, sevdikleriyle zor görüşmüş, mesleğini tam anlamıyla yapamamış, sahneye çıkamamış her insan gibi ben de sanıyorum temkinli ama özgür bir dönemimdeyim. Pandemi; aslında varlığından bihaber olduğumuz çok fazla güzelliği yeniden hatırlattı bize; nefes almak bile ne kadar değerliymiş. Bunu keşfeden bir insan olarak şu anda sanıyorum şükrettiğim bir dönemdeyim. Mesleki açıdan çok açım, hevesliyim, tutkuluyum. Beni en çok heyecanlandıran şeyler yeni projeler, oynayacağım yeni işler, sahneye çıkacağım yeni oyunlar ve kendime yapacağım her türlü yatırım için plan yapmak.

Yeni sezonda Saygı 2 dizisinde yer aldın. Nasıl bir tecrübe oldu senin için. Birlikte oynadığın başarılı isimler, senaryo, set vs. Nasıldı, neler hissettin?

Saygı, ilk sezonunda da takip ettiğim bir işti. Bu yüzden kendimi hem şanslı hissettim; hem de Hacer o kadar keyifle ve incelikli yazılmış bir karakterdi ki; kendimi çok iyi hissettim bir oyuncu olarak. Saygı, ilk sezonunda da senaryosu, oyunculuk performansları ve atmosferiyle, çok sevdiğim, izlerken keyif aldığım bir projeydi. İkinci sezonda da aynı kaliteyle, aynı güçlü kadro ve reji atmosferiyle büyüleyiciydi. Set; oyun arkadaşlarım, yönetmenim, ekip; o kadar keyifle çalışan, birbirini seven, birbirini kollayan insanlardan oluşmuştu ki; bana bu güvenli dünyada, Hacer’le buluşmak kaldı sadece. Çok gururlu ve mutluyum bu işin içinde yer aldığım için. Hatıralarımda hep iyi ve tebessümle anacağım.

Şu sıralar hali hazırda “Küvetteki Gelinler” oyunuyla tiyatro sahnelerindesin. Biz de seni sahnede izleme fırsatı yakaladık. Oyunun senaryosu, dekor, müzikler ve tabii ki siz inanılmazdınız. Oyunun konusu ve hazırlık sürecinden bize biraz bahsedebilir misin?

Küvetteki Gelinler; Tatbikat Sahnesi’nin yeni sezon oyunlarından biri, Ekim ayında seyircimizle buluştuk. Erdal Beşikçioğlu’nun yönettiği, Hazal Türesan ve Selin Zafertepe ile beni buluşturan gurur duyduğumuz bir iş oldu. Yaşanmış bir olaydan esinlenerek yazılan oyun, 3 kadının aynı adamla evlenme hikayesi aslında. Adam bir seri katil ve dolandırıcı, bu 3 kadını da önce kandırıyor, evleniyor daha sonra paralarını çalarak küvette boğuyor. Böyle bir trajedi aslında anlattığımız. Metin bunun trajik tarafını parmak göstererek anlatmayı seçmemiş, biz de Erdal Hoca’nın tercihiyle trajediyi nüktedan bir yerinden tutarak anlatmayı tercih ettik. Hep şöyle anlatıyorum; bu oyun gözyaşlarınızla kahkahalarınızın yüzünüzden eş zamanlı döküleceği bir oyun. Üç küvet suyla dolu ve biz 3 kadın bu küvetlerde fiziksel ve duygusal bir devinim içindeyiz. Tiyatroyu tam da sevdiğim ve izlemeyi arzu ettiğim şekilde yapıyoruz. Partnerlerimle gurur duyuyorum; onlarla aynı işte olduğum için her gün mutlulukla gidiyorum oyuna. Böylesi bir kadına şiddet meselesinin sahneden ses buluyor olması beni fazlasıyla tatmin ediyor. Umarım uzun zaman da seyircisiyle buluşmaya devam eder.

Tiyatro, sinema filmi ve televizyon; üçünün de senin için en güzel yanları neler?

Tiyatro benim neredeyse doğduğum, büyüğüm yer. Tiyatro mezunuyum. 3 yaşından beri sahnedeyim. Bu sebeple elbette tiyatronun yeri bende apayrı. Anlık performans, seyirciyle kanlı canlı kavuşma duygusu, her gün her an yenilenen, dinamik olan oyuncu, dekor, alkış… Bunlar sözlerle ifade edeceğim şeyler değil. Sinema filmim yok; ama biliyorum ki bambaşka bir emek ve çaba gerektiriyor. Kendimi bir gün beyaz perdede izlemeyi çok isterim. Televizyonsa; yeni tecrübe ettiğim bambaşka bir dünya. Aslında hepsinin temelinde elbette „oyunculuk“ var; hepsi bir dramaturji, karakter analizi, duygu durum analizi ve performans içeriyor. Sadece kullanılan teknikler farklı diyebilirim. Hepsinin ayrı bir keyfi var.

Son zamanlarda daha doğrusu pandemiden önce tiyatro izleyicisinde gözle görülür bir artış vardı. Bunu neye bağlıyorsun?

Tiyatro; ben kendimi bildim bileli rağbet gören bir sanat dalı aslında. Ankara’da Devlet Tiyatroları oyunları kapalı gişe oynardı ben küçükken. Daha sonra özel tiyatrolar, özel girişimler de seyircisini buldu. Elbette daha çok olması en büyük isteğimiz. Ben de bir özel tiyatro yöneticisi olarak seyirciyle olabildiğince sık buluşmayı arzu ediyorum. Bu artışı da iyi ve izlenir işlerin çıkmasına bağlıyorum. Özellikle özel tiyatroların çabasını, döktüğü teri takdir ediyorum. Bizleri yalnız bırakmasınlar ki biz de üretmeye devam edelim.

Dünya tiyatrosundan veya müzikallerden en çok sevdiklerin hangileri? Ve bunların içinde en çok hangisinde rol almak isterdin? Ya da birlikte oynamayı hayal ettiğin bir idolün var mı?

İngiltere’de Globe Theatre’da hayran kaldığım performanslar izlemiştim. Almanya’da Schaubühne Tiyatro inanılmaz işler yapıyor. Kim bilir daha niceleri vardır. Hepsinin bir parçası olmak isterdim. Grease müzikalini televizyonda izlediğimde sanırım 8 yaşlarındaydım. O gün bugündür en sevdiğim, danslarını ve şarkılarını ezbere bildiğim tek müzikaldir. En büyük hayalim Grease Müzikali’nde oynamak. Onun dışında Notre Dame’ın Kamburu, West Side Story, Moulin Rouge, Chicago. Hepsi bayıldığım, oynamak için sıra bekleyeceğim işler. Türkiye’de Haluk Bilginer, Çetin Tekindor, Zerrin Tekindor, Nur Sürer, Hümeyra birlikte olmaktan onur duyacağım kişiler, yurtdışında da Merly Streep her oyuncunun hayalidir sanırım.

Tiyatro oyunu dışında başka projeler var mı gündeminde?

Yeni projeler okuyoruz, görüşmelerimiz var televizyon ve dijital için. Onun dışında oyun son sürat gidiyor bu da beni çok mutlu ediyor.

Oyunculuk insanı hem fiziken hem de psikolojik olarak yoran bir meslek aslında. Peki sen oyunculuk haricinde kendini deşarj etmek için neler yapıyorsun? Hobilerin neler?

Benim en büyük hobim; artık hobi demek de doğru olmaz çünkü 28 yıl olmuş, dans etmek. Ben baleye 3 yaşında başladım. 17 yıl bale yaptım, modern dans yaptım. 8 yaşından beri halk oyunları dansçısıyım, uzun yıllardır eğitmenlik yapıyorum. Dolayısıyla sanıyorum benim hayattaki en büyük deşarj gücüm dans. Ankara’da üç arkadaş kurduğumuz Sahne 367’de öğrencilerim var. Onlarla ders yapmak müthiş bir keyif. Onun dışında sinema, konser, bale, tiyatro izlemek de hem mesleki olarak doyamadığım hem de bir insan olarak hayatımdan hiç eksik etmediğim etkinlikler. Kitap okumayı, kitapçı gezmeyi çok seviyorum. Tenis oynamak ve kayak kaymak da en sevdiğim sporlar. Bunların yanında arkadaşlarım var, ailem gibi; onlarla bir araya gelmek, uzun masalarda sohbet etmek en büyük keyfilerimden.

Tanınan biri olmak sana neler kazandırdı, seni olumsuz etkileyen yanları var mı?

Sanıyorum bu tanınırlık meselesinin en keyifli ve zararsız dönemindeyim. Böyle de devam etmesini diliyorum. Tanınmak çok farklı bir duygu, alışkın olduğum bir duygu değil elbette, yavaş yavaş algıladığım bir durum. Ben nasıl yaşıyorsam öyle yaşamaya devam ediyorum. Bugüne kadar bir rahatsızlık yaşamadım. İnsanlar sevgilerini, ilgilerini ifade ediyorlar ve bu da beni mutlu ediyor. Çok abartıldığını ve rahatsızlık yarattığını bildiğim çok arkadaşım var ama; umarım o seviyeye gelmez. Gelmesini istemem.

Uzun yıllar boyunca bale yapmışsın. Oyunculuğa geçişin nasıl oldu? Balenin oyunculuğa ve hayatına ne tür katkıları olduğunu düşünüyorsun?

3 yaşında başladım baleye. İlk sahne tecrübemi 3 yaşında yaşadım. Bugün 31 yaşında hala sahnedeyim. Tiyatro yapma sebebim bale. Sahneye aşk duyma sebebim bale. Sahnede durmayı, var olmayı, kendimi ifade etmeyi, yaşamayı öğrendiğim yer bale. İyi ki diyorum her gün, anneme babama minnettarım. Bu emeği sarfettikleri, beni yetiştirdikleri, bugüne hazırladıkları için, haklarını ödeyemem.

Oyunculuğun seni özel hayatında hangi alanlarda beslediğini düşünüyorsun? Oyunculuk mesleğinde kadın olmanın zorlukları var mı? Sen yaşadın mı?

Oyuncu olarak sanırım özel hayatımda da insanları dinlemeyi, anlamayı, duygularını keşfetmeyi seviyorum. Duygu odaklı biriyim, insanları incelediğimi, nasıl hareket ettiklerine uzun uzun baktığımı, kendilerini nasıl ifade ettiklerine dikkat kesildiğimi biliyorum. Bunlar mesleğimin katkılarıdır muhakkak. Ya da ben belki de bu özelliklere sahip bir insan olduğum için bu mesleği seçmişimdir tabi bilemiyorum. Bu meslekte kadın olmanın zorluğunu henüz yaşamadım; ama hayatın her alanında olduğu gibi kadının oyunculukta da zorluk yaşama olasılığı yüksek. Bunu bilincindeyim, ama bunu kendimi aşağı çekecek bir dezavantaj olarak görmemeye gayret ediyorum. Hakkıyla mesleğimi yapmaya çalışıyorum ve yapan kadın arkadaşlarımın her zaman arkasındayım.

Sektörde tabuları olan, farklı rollere girmek istemeyen oyuncular var. Sence bir oyuncu tabularını yıkmalı mı yoksa korumalı mı?

Tabu değil belki ama; insanların yaşamlarında sınırları, durmak istedikleri yerler, onlara “tamam” dedirtecek anlar olabilir. Sadece mesleki olarak değil, özel hayatında da tabuları olabilir. Buna saygı duyulması gerektiğini düşünüyorum. Bizim mesleğimizde her şeyi yaparım diyen oyuncu makbulmüş ya da cesaretliymiş gibi gözüküyor ve böyle algılanıyor. Buna katılmıyorum. Oyuncu da bir insan ve onun da sınırları olabilir. Bu sınırlar yaştan yaşa, dönemden döneme, projeden projeye değişiklik de gösterebilir. Ben kendi adıma böyle büyük bir cümle kurmak istemem. Elimden geldiğince kendime ve mesleğime saygı duyarak iş yapmaya çalışıyorum. Böyle de devam edecek. Tabu kelimesi devreye girince biraz olumsuz duruyor dediğim gibi; şöyle özetleyebilirim, bana göre sınırları olabilir oyuncunun ama tabuları olamaz, asla dar bir bakış açısı olamaz, sorgulamaya, anlamaya, araştırmaya, soru sormaya hazır olmalı oyuncu. Sınırlarını esnetme, yeni fikirlere açık olma hali oyuncuyu besler.

Pandemi sebebiyle hepimiz çoğunlukla hala evlerimizde vakit geçiriyoruz. Hepimiz için aslında bir dur, düşün, sakin karar ver demekti sanki bu zamanlar. Sen karantina döneminde neler hissettin? Herhangi bir konuda düşünceni değiştiren şeyler oldu mu?

Pandemi; farklı duyguları barındıran bir süreç oldu benim için. Başlarda; uzun zamandır koşturma içinde olan Naz’a iyi geldiğini düşündüğüm, durmayı, bir süredir yapmak isteyip de yapamadığım şeyleri yapmayı planladığım, evde ablamla birlikte yaşamanın keyfine vardığım bir süreçti diyebilirim. Durmak bir süre için bana çok iyi geldi. İlerleyen zamanlarda (ki bu çok kısa süre sonra kendini hissettirmeye başladı) o durma duygusu beni yemeye başladı. Meğer ben hayatımın 29 yılını bilerek aktif geçirmişim. Benim gerçekten boş saniyem yoktu; arkadaşlarım kızardı ne kadar meşgulsün diye. Pandemide anladım ki benim akıl sağlığımı koruyan şey kafamın ve bedenimin meşguliyetiymiş. İşte o an pandemi beni kapana kıstıran bir şey olmaya başladı. Düşünmeye vakit buldukça hayatımı didiklemeye başladım, gereksiz ayrıntılarda boğuldum. Sahnede olmak, tiyatro yapabilmek, seyircimle buluşmak, dans etmek, öğrencilerimle vakit geçirmek, proje üretmek, özgür olmak, sevdiğine korkusuz sarılmak, sokağa çıkıp nefes almak, bunlar ne güzel şeylermiş. Şimdi ise; travmatik süreci atlattım, pandeminin şimdiki versiyonuyla nasıl baş edeceğimi daha sakin daha bilinçli bir yerden yaşıyorum.

Seni hiç tanımayan birine kendini nasıl anlatırsın? Naz’ı en iyi tanımlayan kelimeler hangileri?

Bu sorulardaki en kolay ve en zor soru. Sanırım Naz; en başta iyi bir insan, bunun içini nice özellikle doldurabilir insan ama benim için vicdanlı, dürüst, güvenilir, merhametli, saygılı insanlar iyi insanlar. Olabildiğince bu özelliklerini muhafaza etmeye çalışıyor hayatta. Naz; tez canlı, sabırsız biri; bu huylarından çok çekiyor. Duyguları yoğun bir kadın, göstermek konusunda zaman zaman başarılı zaman zaman çok ketum duruyor; ama genelde sıcakkanlı olduğu söylenir. Yeni bir şeyler öğrenmek konusunda çok hevesli, hayatın böyle anlamlı olduğunu biliyor, başarı odaklı biri, öyle yetiştirilmiş, zaman zaman kavgacı, tartışmadan kaçmayan biri, bu onu bazen çekilmez yapıyor olabilir, bazense güçlü kılıyor. Mükemmele ulaşma konusunda takıntılı, ama tez canlılığı ve sabırsızlığı buna engel. Kontrol delisi, bıraksanız dünyanın dönüş hızına bile karışır, bu özelliğini hem seviyor hem nefret ediyor. Naz sevgi dolu bir kadın, iletişim kurmayı seven biri; kalın ve esnetilmesi zor sınırları var bazen, bu onun hayatta sağlam ve doğru kalmasını sağlıyor; ama hata yapma korkusu da ruhundan çalıyor. Naz dans etmeyi seven, davul zurnanın klarnetin sesiyle mest olan bir balerin, halk oyuncu. Sahnede doğdu sayılır; ölene kadar da sahnede kalacak. Zor soru dedim, kendimi durduramadım.

Uzun zamandır yapmak istediğin ama sürekli ertelediğin ve artık yapmamın tam zamanı dediğin bir şey var mı?

Birkaç şey var. Öncelikle uzun zamandır şan eğitimime katkı sağlayacak bir şeyler yapmak istiyorum. Sesimle biraz daha ilgileneceğim. İkincisi; çocukluğumdan beri yazdıklarımı toparlamak istiyorum. Hepsi bir yerdeler, bir araya getirmek ve hayatıma oradan bakmak istiyorum. Yeni bir dans türüne ilgi duymaya başladım; bakalım bir başka hedefim de onu araştırıp öğrenmek. Tenis uzun zamandır oynamadım; aklımda yeniden başlamak var. Ah bu soru beni “Yapılacaklar Liste”me götürdü. Çok fena!

Olduğun yerden dönüp baktığında hayatındaki dönüm noktalarını görebiliyor musun? Bu dönüm noktalarından biraz bahsedebilir misin?

İlk dönüm noktam ablamın kendi oyuncaklarını bana vereceği yalanını söyleyerek beni baleye gitmeye ikna etmesi. Duru, annem, babam olmasa baleye başlamaz ve asla bugün yaptığım mesleği yapıyor olmazdım. Sonra annemin başka üniversiteden mezun olmaya yakınken; benim oyunculuk sevdamı keşfetmesi, beni önce kursa daha sonra da Erdal Beşikçioğlu’nun kurduğu Stüdyo Cer’in seçmelerine yollaması. Sanırım en büyük dönüm noktam o. Anneme çok şey borçluyum. Bilkent’e girme kararım, zor bir karardı; destekleyen yanımda olan ailem ve arkadaşlarım çok kıymetliydi benim için. Okuldan mezun olur olmaz açtığımız Sahne 367; oradaki mücadelemiz; oynadığım tek kişilik oyunum Madam; son olarak da sanırım Doğduğun Ev Kaderindir’de gelen Emine rolü. Hayatımın akışını değiştirdi.

Hayata karşı tutumun doğru zamanı beklemek üzerine mi, yoksa fırsatları yakalamak üzerine mi?

Sanırım ikisi bir arada. Fırsatları yakalamak üzerine özel bir çabam olmadı hiçbir zaman. Hayatın dengesine ve terazisine inanıyorum. Bakış açım şu oldu hep; sen hedefe giden yolda; kendi üzerine düşen her şeyi eksiksiz yap; fırsat seni buluyor. Sen oku, emek ver, ter dök, zaman harca; o şans muhakkak seninle buluşuyor. Bu yüzden fırsatları yaratmak için çok çalıştım evet; kendime yatırım yaptım. Sonra bekledim; doğru zaman çok önemli.

Özel hayatında “kendim için yaptığım en iyi şey” dediğin ne/neler var?

İyi ki; sanatla iç içe büyümüşüm. İyi ki dans etmişim, sahneye çıkmışım, sahneye aşık olmuşum. İyi ki Tüfem Derneği’nde halk danslarıyla büyümüşüm; hocalık yapmışım, iyi ki Sahne 367’yi kurmuşuz; oyun oynamışız, mücadele etmişiz, öğrenci yetiştirmişiz. İyi ki Tevfik Fikret Lisesi, Ankara Üniversitesi ve Bilkent gibi okullarda okuma şansı elde etmişim. Bunları sadece kendim için yaptım diyemem; ama son kertede beni ben yapan her şey bu anahtar kelimelerde; eylemlerde gizli.

Günümüz şartlarında estetik müdahaleler artsa da doğal güzellik yükselişte. Sence doğallık ve güzellik arasında nasıl bir bağlantı var? Dünyada değişen güzellik algısı hakkında ne düşünüyorsun?

Bir dönem; Türkiye’de televizyonu açtığımda aynı insanları görüyordum. Sims diye bir oyun vardı; şablon insanlar vardı orada. Sanki öyle bir dünyada gibi hissediyordum kendimi. Mesleğimi icra ederken bu tarz engebelere maruz kalacağımı düşünüp hayal kırıklığına ve endişeye düştüğümü de hatırlıyorum. Sonra bu birbirine benzeyen insanlar sadece gündelik yaşantıda kalmaya başladı. Çünkü güzellik algısı değişime uğradı, mesleki anlamda; bu değişim beni çok mutlu ediyor. Çünkü ekranda sadece kusursuz yüzlere, kusursuz bedenlere ihtiyacımız yok; geniş bir skala bu; doğru yüz doğru beden doğru karakterle buluşunca çok keyif veren bir performansa adım atmış oluyorsunuz çünkü. Doğal olanla güzel olan arasında ince bir çizgi var; çok fazla müdahaleye uğramış bir beden ve yüz doğallıktan epey uzaklaşıyor sanırım. Özel yaşantımız için şunu diyebilirim; insan kendini nasıl iyi hissediyorsa öyle yaşamalı, estetik de iyi hissetmeye bir araçsa saygı duyuyorum. Ben şu ana kadar böyle bir ihtiyaç hissetmedim, bu hissetmeyeceğim anlamına da gelmez. Beni kriterlere göre „güzel“ yapan da „çirkin“ yapan da “kusurlu” yapan da birilerinden miras; babamdan, annemden, babaannemden. Kendime aynada baktığımda onları hissediyorum ve görüyorum; sanırım bu yüzden kusur görmüyorum kusur sayılabilecek yerlerimi.

Göz önünde bir insan olarak yaş almakla ilgili endişelere sahip misin? Mesela cildin için neler yapıyorsun, belli aralıklarla uyguladığın olmazsa olmazların var mı?

Yaş almakla ilgili endişem şu an yok. Yaşımdan küçük gösterdiğimi söylerler hep; sanırım bu motivasyonla devam ediyorum yaşamaya. Küçükken, gençken daha meraklıydım açıkçası, ama şu anda da olabildiğince doğal, katkı maddesi içermeyen, sağlıklı ürünler seçiyorum; cildimi temiz tutmaya çalışıyorum; nemli tutmaya çalışıyorum. Fazla ürün gereksiz müdahale yerine, doğru ürün, az ürün, doğru müdahelenin işe yaradığını öğrendim.

Peki; spor ve sağlıklı beslenme gündelik alışkanlıklarında ne kadar yer kaplıyor? Stresli sayılabilecek pandemi günlerinde spor aktivitelerine ağırlık verip, beslenmene dikkat edebiliyor musun? Yoksa küçük kaçamaklar oluyor mu?

Ah pandemide kilo ve sporu sorarsanız beni yakarsınız. Çünkü ben feci kilo alan kesimdeyim. Şimdi onun acısını çekiyorum. Ömrüm boyunca dans ettiğim, 7-8 saat prova yaptığım haftada 3-4 kez oyun oynadığım için ben hayatımda hiçbir zaman evde spor yapan biri değildim, bedenimin bir dengesi vardı, hiçbir zaman 0 beden olmadım, o denge kendini idare etti 29 yıl. Son derece iştahlı, yemeği çok seven biriyim aynı zamanda. Pandemide hareketsizlik, amaçsızlık, hedefsizlik beni çok kötü etkiledi. Bedenime dair hiçbir şey yapmak istemedim. Bu bir döngü oldu; ikilem oldu ve düşündükçe kötüye gittim. Son 2 aydır şahane bir kadınla çalışıyorum Merve Tığlı. Bana bambaşka bir bakış açısı kazandırdı, diyet, rejim mantığının çok ötesinde uzun soluklu bir yaşam rutini kazandım. Şu an çok mutluyum. Önemli olanın yine kendini iyi hissettiğin bedende yaşıyor olmak olduğunu bilirseniz; kendi dengenizi buluyorsunuz. Kimse zayıf olmak zorunda değil, kimse 34 beden giymek zorunda da değil, merkezinize sağlıklı olmayı alırsanız, sizin için en iyisini keşfediyorsunuz zaten. O yüzden aynada kendinize bakıp “ben nasıl iyi hissediyorum ve nasıl sağlıklıyım” sorusuna cevap bulmak lazım.

Modanın kadınlara sanki uyulması ve takip edilmesi gereken bir genel kültür hadisesiymiş gibi davranılmasına karşı sen modanın neresinde durmayı tercih ediyorsun? Stil ve güzellik söz konusu olduğunda asla yapmayacağın şeyler var mı?

Moda insanın kendine yakışanı giymesidir ve zamansızdır denir. Ben sanırım buna çok katılıyorum. Elbette dolabımda dönemsel değişiklikler var; olmaması mümkün değil. En basitinden telefonu elinize alıp biraz geziniyorsunuz; belli parçalar, belli renkler, belli kalıplar o dönem kendini vurguluyor. Mağazaya gidip de dolaştığınızda o dönem yıldız olan parçaları görüyor ve onlar arasından bir seçim yapıyorsunuz bunda yanlış bir şey yok. Aksi taktirde sadece terziyle çalışmanız gerekir ki bu da bir yöntem elbette; birçok tanıdığım var mağazadan alışveriş yapmayan sadece terzide dikilmiş kıyafet giyen. Sanırım ince çizgi şu; dönemin yükselen parçalarına, moda olan kıyafetlere, kalıplara, renklere gözü kapamadan, o parçalar içinde sizi en iyi yansıtanları ve sizin için en kullanışlı olanları tercih etmek. Bedenini tanımak, seni mutlu eden renkleri tanımak ve ona göre seçim yapmak, sırf moda diye dayatılan bir şeyleri kendinize yakıştırmaya yakıştırmaya giymenin bir manası yok diye düşünüyorum.

 

Puan verin!

Average rating 0 / 5. Vote count: 0