Hem beyaz perdede hem de televizyon ekranlarında canlandırdığı unutulmaz karakterlerle büyük bir hayran kitlesi edinen Damla Sönmez, bu ay Women’s Shine kapağında! Derin oyunculuğu ve zarafetiyle dikkat çeken başarılı oyuncu, kariyerindeki dönüm noktalarından gelecekteki hedeflerine kadar pek çok konuda samimi bir sohbetle karşınızda. Damla Sönmez’in ilham veren dünyasına birlikte adım atalım!
Röportaj: Ayşe Çağla Küçük/Seray Yazıcıoğlu Ezmiş Fotoğraf: Ünal Avcı
Styling: İrem nur Çıra Saç: Emre Altın Makyaj: Rufiye Kalmaz
Styling Asistanı: Melisa koç
2020’de dergimizin kapağında yer almıştın. O günden bugüne kariyerinde ve hayatında neler değişti? O dönemdeki Damla ile bugünkü Damla’yı nasıl karşılaştırırsın?
Yaş aldım. Otuzlu yaşlar enteresan. Sanki otuzların başında yeni bir program indiriyor beyniniz. Hiç tahmin etmediğiniz şeylere tahmin etmediğiniz tepkiler vermeye başlıyorsunuz. Benim için çok daha sakin, sabırlı olmayı öğrendiğim, dinginleştiğim yıllar oldu. İnsan ilişkilerine, yakınlarıma daha çok özen gösteriyorum artık. Aynı derecede de insanlara verdiğim kredi azaldı. Artık samimiyetsizlik için çok daha az kredim var. Kariyer olarak yeni yollar denemekten çekinmiyorum. Hayatın anlamsız olduğunu, aslında ona anlamı insanın kendisinin verdiğini öğrendim. Başlarda hayal kırıklığı yaratsa da iyi ki bu yaşlarda bunun farkına vardım dediğim bir bilgi oldu. Artık hayatımın sorumluluğunu daha çok alıyorum.
Londra’da kurduğun TDS Company adındaki yapım şirketinden bahseder misin? Bu fikrin ortaya çıkış hikayesi nedir? İngiltere’yi seçmenin özel bir nedeni var mı?
Aslında ben 2019 yılından beri yapımcılık yapıyorum. İlk kısa filmlerimden “İkinci Gece” 2021’de Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde en iyi kısa film ödülü bile aldı. Bir süredir bu fikir var yani. İlk olarak bir grup sinemacı arkadaş oturup “bizde neden şunun hikayesi yapılmıyor ya” diye hayıflanırken, “tamam” dedik o zaman “biz yapalım” İlk tohumlar 2019’da atıldı. Bu sene Londra merkezli TDS Company yapısı altında devam ediyoruz.
TDS Company’yi kurarken seni en çok motive eden şey neydi?
Hikaye anlatmak, farklı kültürleri bir araya getirerek hikaye anlatmak. Belki bizden olan, bu topraklardan beslenen, bizim kültürümüzden doğan hikayeleri dünyada daha görünür hale getirmek. Kültürler arasında kurulacak yeni köprüler bulmak, bu birleştiriciliğin peşinde olmak.
Şirketin gelecekteki projelerinde izleyiciyi ne tür hikayeler bekliyor?
TDS Company’nin ilk projesi Türkiye’den Armağan Lale’nin kurucusu olduğu Filmada ile ortak olduğumuz, Ceylan Özgün Özçelik tarafından çekilen “Strange, Abandoned, Deranged / Hiçbir Şey Normal Değil” isimli belgesel film. Filmimiz dünya prömiyerini Jihlava Film Festivali’nde, İrlanda prömiyerini Cork Film Festivali’nde, Almanya prömiyerini ise Cotbus Film Festivali’nde yaptı. Festival yolculuğu devam ediyor. Sırada temmuzda sete çıkacak olan Michael Önder’in yazdığı ve yöneteceği “Pastoral” isimli kurmaca filmimiz var. Şu an hazırlık aşamasında.
Londra gibi bir şehirde yaşam seni nasıl değiştirdi? Oradaki deneyimlerin kişisel hayatına nasıl yansıdı?
Londra çok düzenli bir şehir. Çok iyi muhafaza edilmiş bir şehir. Geçenlerde oradaki bir arkadaşımla konuşuyorduk dedik ki “Burada 1800lerde geçen bir film çekmek istesen sokaktaki arabaları değiştirmen yeterli” Her şeye çok iyi bakmışlar. Şehirde çok kural var ama tüm bu kurallar insanların daha özgür daha mutlu yaşaması için ve insanlar da bunu anlıyorlar. Yeşil alanları çok fazla. Genelde hep kapalı ve yağmurlu olduğu için azıcık güneş çıksa herkesi yeşil alanlarda çimlerde yatarken, kitap okurken, piknik yaparken bulabiliyorsunuz bu çok keyifli. Bir de bunu söylemek canımı acıtıyor ama Türkiye’nin çoğu yerine kıyasla geceleri bir kadın olarak sokakta çok daha güvende hissediyorsunuz kendinizi. Kimse kimsenin ne giydiğine nasıl göründüğüne karışmıyor. Oldukça kozmopolitan bir şehir. Bu nedenle de çok renkli. Sanatın başkentlerinden biri her akşam ufkunuzu genişletecek bir tiyatro oyunu, konser vs bulabiliyorsunuz. Hayatta değişikliği her zaman sevdim. Orada vakit geçirmek çok iyi geliyor.
Uluslararası projelerde yer almak gibi bir hedefin var mı? Eğer varsa, bu seni nasıl bir noktaya taşırdı?
Var evet. Sadece oyuncu olarak değil. Yapımcı olarak da yer almak var. Hatta hayalim değil, niyetim var. Beni nasıl bir noktaya taşırdı bunu zaman gösterecek ama ben kendimi çok daha genişlemiş, kalabalıklaşmış gibi hissederdim bence. Ana dilinden başka bir dilde oyunculuk yapmak hem çok korkutucu hem heyecan verici. Bambaşka bir deneyim. Bunu “Deniz Seviyesi” filmine deneyimlemiştim ve çok sevmiştim. Yapımcılık tarafıysa, insanın hikayelerde aynılıklarını vurgulamak, hikayelerin global değerlerinden konuşmak çok kalabalıklaştıracaktır beni. Heyecanla o yılları bekliyorum.
Çok yönlü bir sanatçı olarak oyunculuk dışında farklı bir alanda yer almayı düşünüyor musun?
Meditasyon olarak yaptığım tablolarım var, ilkokuldayken kısa süreler piyano ve keman okumuştum Mimar Sinan Üniversitesi’nde. Hala piyanom ve kemanım var. Kendime kadar çalıyorum ikisini de. Müzik ve resimle ilgilenmek çok meditatif. Ama bunları profesyonel alana taşımak gibi bir niyetim, planım yok.
Kitaptan uyarlama bir film/ dizi yapılsa ve kitap seçimi sana bırakılsa hangi kitaptaki hangi karakteri canlandırmak isterdin ve neden?
Nietzsche Ağladığında romanında Lou Salome isimli bir kadın var. Onu canlandırmak isterdim. Gerçekte de yaşamış bir kadın. Çok kültürlü, çok akıllı, çok yönlü. Tarihe kendi imzalarını atmış bir çok insanın hayatını çok derinden etkilemiş bir karakter.
Tiyatro, sinema filmi ve televizyon; üçünün de senin için en güzel yanları neler?
Üçü de bambaşka keyifleri olan alanlar. Televizyon bunlardan en yapım aşaması tuhaf olanı. Elinizde bir hikaye var, iskelet olarak nereye gidecek biliyorsunuz ama o sırada reklam kuşaklarını karşılasın diye televizyon kanalına teslim edilmesi gereken yüz kırk dakika içinde karakteriniz hikayenin gideceği bu yere nerelerden geçerek gideceğini hiç bilmiyorsunuz. Avantajı ise sette aklınızdan geçeni sıcağı sıcağına daha bir hafta olmamışken ekranda izleyebilmeniz. Ne düşündüğünüz gibi olmuş, planladığınız hangi oyun çalışmamış bunların hepsi önünüzde. Kendi sağlamanızı alabiliyorsunuz yani. Bunu hep çok geliştirici bulmuşumdur. Sinema’da bu sefer hikaye nerden nereye evrilecek, canlandırdığınız karakter nerelerden geçerek, neye dönüşerek hikayesini gerçekleştirecek, bunların hepsine hakimsiniz. Bu da satır satır hazırlanabilmeniz için olanak salıyor size, alan tutuyor. Hele bir de sete girmeye daha zaman varsa, hikayeye, karakterinize istediğiniz kadar özenebiliyorsunuz. Tiyatro kadar olmasa da – gerçi “Tezgah” filmimizin hazırlığı mesela, provalar 20 gün sürmüştü- prova yapabiliyorsunuz.
Tiyatro ise benim için okula dönmek gibi. Tazelendiğim yer. Haftalarca provadasınız, deneyin, kurun, bozun, araştırın, hiç aklııza gelmeyeni deneyin, hata yapın, üzerine kurun… herşey elinizde. Bir de tiyatro oyunu sahnelenmeye başladığından itibaren her gece o gecenin seyircisiyle birlikte bir hava kazanıyor. Ben her zaman seyirciyi de o sahnenin bir parçası gibi görüyorum. Onlar da sihire dahiller.
Dünya tiyatrosundan veya müzikallerden en çok sevdiklerin hangileri? Ve bunların içinde en çok hangisinde rol almak isterdin? Ya da birlikte oynamayı hayal ettiğin bir idolün var mı?
Tüm müzikallerden sonunda coşkudan ağlayarak çıkıyorum ben. Next to Normal ve Mamma Mia en çok oynamak isteyeceklerimden. Şu an bir çırpıda aklıma gelmeyen bir çok müzikal var çok özendiğim. Bu hayalim bir gün, doğru zamanda, doğru ekiple gerçek olacak biliyorum.
Dijital bir platformda yayınlanan Çırak adlı yapımda rol aldın. Bu projeden biraz bahseder misin?
Çırak hikayesi Ozan Akbaba’ya ait olan, Birol Tezcan ile birlikte senaryosunu yazdıkları, Ozan’ın aynı zamanda başrolü üstlendiği bir proje. Yönetmenliğini Ozan Uzunoğlu üstlendi. Dizi, bir kiralık katil şirketinin kendi iç hesaplaşmalarını konu alıyor. Ben de Ozan’ın canlandırdığı Çırak karakterine merkez üssünden yardım eden Hacker karakterini canlandırıyorum. Yoğun bir gerilim ve aksiyon işi. Karakterlerin hepsi çok derinlikli yazılmış durumda. Ozan Akbaba ile çalışmak çok keyifliydi. Çok yetenekli olmasının yanı sıra kalemi de çok güçlü bir yazar kendisi.
Dijital platformlarda yayınlanan diziler, filmler tv dizilerini ve sinema sektörünü ne ölçüde etkiliyor sence? Her dizi/film başka kitlelere hitap ediyor elbette ama dijital platformların alternatiflerinin çoğalması televizyonda yayınlanan dizilerin ve sinemaların kan kaybetmesine sebep olduğunu düşünüyor musun?
Ekonominin bu kadar sıkıntılı olduğu bir dönemde insanlar sinemada vakit geçirmek yerine evlerinde televizyon dizisi izlemeyi tercih ediyorlar. Türkiye’de televizyon kültürünün hiçbir zaman hiçbir şeyden kötü etkilenmeyeceğini düşünüyorum. Bir de pandemi dönemi başka bir algı yarattı. İnsanlar dijital platformlarla tam anlamıyla o dönem tanıştılar. Pandemi bitip yasaklar kalktıktan sonra tiyatro hiç olmadığı kadar canlandı ama sinema kan kaybetmeye devam ediyor. İnsnalar canlı performansı evlerinde izleyemeyeceklerinin farkında bu yüzden tiyatrolara ilgi var ama pandeminin güçlendirdiği ev sineması alışkanlığı sinemaların yoğunluğuna kan kaybettirmeye devam ediyor.
Dijital çağın ve popüler kültürün hayatımıza bir getirisi de sosyal medya oldu. Sosyal medya senin için ne ifade ediyor? Sence sosyal medyayı bu kadar hayatımızın merkezine koymak normal mi?
Normal değil. Hiçbir zaman da normal olmadı. Evet özgürleştirici bir yanı var herkes kendisinin yayın organı. Ama bir yandan da dijital zorbalıktan, toplumsal güzellik standartları dayatmasına kadar toplum olarak üzerine düşünüp konuşmamız gereken bir sürü konu var. Bağımlılık yaratan bir tarafı da var sosyal medyanın. Ben de kendimi, amaçsızca, aşağıya kaydırırken bulabiliyorum sebepsiz.hatta bu konuda kendime zamanlayıcı koyduğum bile oldu. Her şey gibi içinde var olacaksak farkındalıkla var olmamız gereken bir alan.
Sosyal medyanın gerçeklikten uzak bir yönü olduğunu düşünüyor musun? Yoksa kullanıcıların kendilerini gösterme, kanıtlama, popüler olma alanı mı olduğunu düşünüyorsun?
Gerçeklikten çoğunlukla uzak bir alan. Ne olursa olsun, siz sosyal medyayı aşırı dürüst kullanmaya karar vermiş olsanız bile, sistem en çok izlenilme/beğenilme üzerine kurulu olduğu için hayattaki en mutlu, en huzurlu, en kalabalık, en neşeli, en pozitif ne varsa o hallerinizi paylaşıyorsunuz. Ve çok iyi biliyoruz ki hayat bunlardan ibaret değil. Hayat bir denge pratiği. Sadece tek bir yönünü gördüğümüz hayatlar en iyi ihtimalle sahte değil ama eksik.
Günlük hayatında seni motive eden şeyler neler? Sabah rutinlerin var mı?
Güzel bir filtre kahve, o gün yapacaklarıma bakmak, biraz yazı yazmak. Genelde kahvaltı etmiyorum. Sonra Lola’la yürüyüşe çıkıyoruz.
Yoğun bir kariyerin var. Kendine zaman ayırmayı nasıl başarıyorsun?
Bir şekilde zaman buluyor insan. Evet yoğun bir kariyerim var, her meslek gibi bazen bunaltıcı olsa da ben mesleğimin her yönünü aşkla yapıyorum. O yüzden çoğunlukla kariyerim kendime ayırdığım zamanlar içinde çiçekleniyor. İkisi evet bazı noktalarda birbirinden ayrı ama çoğunlukla kendi uğraşlarım ve mesleğimle ilgili yapılması gerekenler elele gidiyor.
Seyahat etmeyi sevdiğini biliyoruz. Gittiğin yerlerden seni en çok etkileyen destinasyon hangisi oldu?
2016’da anne ve babamla Küba’ya gitmiştik. Tam 1 Mayıs yürüyüşlerine de katılabilecek gibi ayarladık tarihlerimizi. Bir ay orada kaldık. Küba toplumsal yapısıyla, doğasıyla beni çok etkilemişti. Hayal etmesi bile zor ama mesela sokaklarda tek bir reklam panosuna rastlayamazsınız, evet yokluk içindeler çoğunlukla ama tüm sokaklar buldukları küçük tahta parçalarına bile resim yapıyorlar. Hatta bir arkadaşım gitmeden önce, “Çok fazla dilenci göreceksin. Yanına boya kalemleri al. Boya kalemleri paradan daha mutlu ediyor insanları” demişti. Hakikaten de öyle oldu. Dans edilmeyen, müziğin yükselmediği tek bir sokak yok. Çok etkilenmiştim.
Sanatçı olmanın dışında, bir birey olarak kendini nasıl tanımlarsın?
İlk olarak köpek annesiyim bir süredir. Lola kalbimde var olduğunu bilmediğim bir bölme açtı. Tüm canlılara karşı hissettiğim duygular değişti. Bir de annem ve babama iyi bir evlat olmaya çalışıyorum.
Kendinle baş başa kaldığında en çok ne yapmayı seversin?
Kendimle baş başa kalmaya pek fırsatım olmuyor ama olduğunda meditasyon yapmayı çok seviyorum. Bazen gözlerimi kapatıp durarak, bazen yazarak, bazen yürüyerek… günlük koşturmacanın içinde kendime hissetmeye izin vermediğim duyguları sağaltıyorum meditasyon yaparken.
Kendini en huzurlu hissettiğin anlar neler? Bu anları yaratmak için neler yapıyorsun?
Yoğun, tempolu geçen bir günün akşamında eve gelip üstümü değiştirip, mumlarımı yakıp koltuğa sırtımı yasladığım o ilk an. Yapılması gerekenler yapılmış, hayata geçirmek için emek verdiğin projeye yeni tuğlalar koyulmuş… O an için çalışıyorum.
Hayranlarınla güçlü bir bağın var. Onlardan gelen desteği nasıl değerlendiriyorsun?
Şahaneler. Bazen beni benden daha iyi tanıdıklarını düşünüyorum. Yaptığım her işi benliğimin bir parçası olabilecekmişçesine seçtim. Şimdi bakıp yer aldığım projelerden yola çıkarak beni tanıdıklarını gördüğümde evet diyorum ben bu işi bunun için yapıyorum. Bazen sosyal medyadan dayanamayıp cevap yazdıklarım oluyor, senden sonra yazarlığa başladım diye kendi motivasyon hikayelerini gönderenler var. Elimden geldiğinde hepsini okuyorum. İyi ki varlar.
Aşk hayatında mahremiyet senin için ne kadar önemli? Hayatındaki özel bir insanın seni nasıl etkilediğini hissediyorsun?
Çok önemli. İkili ilişkiler ikili bir dünya kurmak gibi. Ve gerçekten doğru kişiyle birlikteyseniz iki taraf da iyiye doğru evrilmeye başlıyor. Kendimizin daha iyi bir versiyonuna doğru yönleniyoruz farkında olmadan.
Son olarak, yıllar içinde kendine kattığın tecrübeler ve hayatında biriktirdiğin anılarla bugün olduğun Damla’ya bir mesaj gönderecek olsan, ne söylerdin?
Sakin ol, sabırlı ol derdim. Bana hep 30 yaşında hayat bitiyor gibi geliyordu. Şimdi daha yeni kurmaya, öğrenmeye başladığım işlere baktığımda diyorum ki, hayat şimdi başlıyor. Genç Damla birçok konuda kaygılıydı, aceleciydi. Kalbinin bir köşesinde her şeyin olması gerektiği için olduğunu biliyordu ama kendini tam olarak bırakamıyordu. Derdim ki o hissettiğin pırıltı gerçek, her şey olması gerektiği için oluyor, hayata güven.